Bahçeli’nin, “Öcalan gelsin mecliste teröre son verdiğini açıklasın.” çağrısından sonra Öcalan’dan ve DEM’den cevap geldi. Tesadüfe bakınız ki Öcalan’ın dedikleriyle DEM sözcüsünün dedikleri neredeyse kelime kelime aynı.
Öcalan: “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim.”
DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan: “Siyaset hazır Öcalan da hazır, Kürt sorununun çözümü için siyasi ve hukuki koşuları oluşturmaya devlet hazır mı? Ana muhatap konuşturulmalı, iletişimsizlik son bulmalı.”
Ne diyorlar?
1. Evet. PKK terörünü biz yaptırıyoruz.
2. Şu andaki hâli siyasi ve hukuki zemine çekerseniz durdururuz.
(2)’nin devamı, “çekmezseniz durdurmayız” demektir tabii…
CLAUSEWITZ
Önce (1)’i ele alalım: “Ben, PKK’yı çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim.” ne demektir? Fikir ve eylem lideri benim. Benim dediğimi yaparlar/ yapıyorlar, terörü bizim kumanda ediyoruz demektir. Ben söylediğim için yapıyorlar, ben söylemezsem yapmazlar demektir. 40 000 kişiyi de ben öldürdüm, en son TUSAŞ’ı da ben bastım, demektir. Ancak Öcalan ve DEM, bunlara terör değil, savaş diyor.
Daha önemli soru (2)’deki: Siyasi ve hukuki zemin ne demek? Süreç çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine nasıl çekilir? Aslında cevabı bilinen sorular. Bunlar ta Harbe Dair klasiğinde Clausewitz’in cevapladığı sorular. Neredeyse iki asırlık cevap: Harp, siyasetin başka vasıtalarla devamıdır. Bu hükmün tersi de doğrudur. Harp ortamında siyaset ve hukuk, harbin başka vasıtalarla devamıdır.
Bunlar açık ama bizim siyasilerden Clausewitz’i okumalarını beklemek, hadi okumalarından vaz geçtik, duymuş olmalarını beklemek biraz ham hayaldir. Onun için misallerle açıklayayım:
Bakınız Balkan Harbi çatışma ve şiddet zeminidir. Türkiye utanç verici bir yenilgiye uğradıktan sonra Aralık 1912’deki Londra Barış Konferansı’nda siyasal ve hukukî zemine geçtik. Bu konferans, siyasi ve hukuki kararlarını 22 Ocak 1913’te verdi. Rumeli’yi Yunan, Sırp ve Bulgarlara verdik. Ege adalarındaki, o zamanki adıyla Adalar Denizi adalarındaki egemenliğimizden vaz geçtik.
MONDROS ÇÖZÜM SÜRECİ
Yeterince açık değilse size bir başka misal vereyim. Birinci Dünya Harbi bir çatışma ve şiddet zeminiydi. Sevr antlaşmasıyla süreç hukuki ve siyasi zemine çekildi. Böylece anaların ağlamasına son verdik. Gerçi İstanbul, Trakya, İzmir, Ege velhasıl bütün sahillerimiz, içlere kadar elden çıkıyordu ama barış, kardeşlik, insan hakları gibi şeylere kavuşuyorduk her hâlde. Bunlar her ne demekse, iyi şeyler olmalıydı, çünkü medeni milletlerce isteniyor ve yapılıyorlardı. Tıpkı bugün Öcalan ve DEM’in taleplerini bir takım medeni milletlerin desteklemesi gibi.
Clausewitz yordamıyla harbi başka yollara, siyasi zemine çekmek böyle… Yukarıda barış anlaşmalarını örnek gösterdim. Barış anlaşmaları içinde az hukuk, çok siyaset barındırır. Barış anlaşmalarından önce çok hukuk az siyaset içeren mütarekeler yapılır. Mondros mütarekesi gibi. Mütareke, karşılıklı terk ediş demektir. Bırakışma da deniyor. İşte Öcalan’dan istirham ettiğimiz, ricacısı olduğumuz mütareke ilan etmesidir. PKK’ya silah bıraktıracak. Her hâlde biz de PKK’ya karşı silah bırakacağız. Tıpkı daha önceki çözüm sürecindeki gibi. Mondros’tan sonra İngilizler İstanbul’u ve Musul- Kerkük’ü, Yunanlılar İzmir’i işgal etmişlerdi. Eh olağandır. Yeteri ki çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine geçilsin, analar ağlamasın.
2 İNGİLİZ 40 BİN TÜRK’E BEDELDİR
Tıpkı Balkan Harbi ve İkinci Dünya Harbi’ndeki Batılılar gibi bugün de Batılılar- Allah razı olsun- barışı destekliyor. Bize “Umut Hakkı” kararlarını tebliğ ettiler.
Umut Hakkı’na esas olan suç tıpkı PKK ile Türkiye arasındaki sürece benziyor. Vinter adlı biri iş arkadaşını öldürmüş. Birkaç yıl yatıp çıkmış ve sonra karısını öldürmüş. Müebbede mahkûm edilmiş. 25 yıl sonra, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne baş vurmuş. Mahkeme de, “Eh yeterince uslanmıştır, içerdeyken de kimseyi öldürmedi, bırakalım.” demiş. İşte bu Vinter’in umut hakkı. (https://bit.ly/AIHM-UmutHakkı ) Nasıl, tıpkı Öcalan gibi değil mi? Arada 2 kişiye mukabil 40 000 kişi, içerdeyken uslu durmaya karşılık cinayetlere ve teröre devam (durduracak teorik ve pratik güce sahip olduğu halde) gibi küçük farklar var. Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğine son vermek gibi ayrıntılar da var ama önemli değil. Ayrıntı bunlar, küçük şeyler...
Özgür Özel’in dediği gibi Öcalan’ın TBMM’ye gelmesi de şart değil. Biz İmralı’ya gideriz. Hem geleneğimize uyar. Mondros da bildiğiniz gibi Limni Adası’nın Mondros Limanı’ndadır. Oslo’ya da Kandil’e de gideriz. Yapmadığımız işler değil.