Stanford Üniversitesi psikoloji hocalarından Zimbardo’nun 1969’da yaptığı bir deney var.
Kaliforniya’da, Silikon Vadisi’nin zengin yerleşim birimi Palo Alto’da kaputu açık, plakasız bir araba sokağa bırakılır. Günlerce orada durur ve bir şey olmaz. Nihayet denemeyi yapan, kendisi gelip arabanın bir camını kırar. İlk cam kırıldıktan sonra kısa zamanda arabanın bütün camları iner, parçaları sökülür.
(Palo Alto kadar medeni olmayan Bronx’da kaputun açık bırakılması arabanın parçalanmasına yetmiş.) Bu davranışa “kırık cam etkisi” deniyor. Savunmasız bırakılan metruk bir bina uzun süre hasarsız durabiliyor. Fakat bir camı kırılmaya görsün. Kısa zamanda bütün camlar iniyor, binanın içi, dışı soyuluyor. İhmalin görüntüsü vandalizm doğuruyor. Vandalizm de vandalizmi davet ediyor.
DÜŞEN İLK ÇÖP, ÇÖPLÜĞÜN BAŞLANGICIDIR
Kırık cam etkisini dört yanınızda görebilirsiniz.
Yazın köyden küçük bir yere giderdim. Orada, Çınaraltı diye bir ağaçlık vardı. Allah övmüş de yaratmış cinsinden. Dev çınarlar, altında mevsime göre çiçek, çimen. Ve hazirandan itibaren her hafta sonu, yakındaki köyden köylü gelir, yer, içer, yemek artığı, karpuz kabuğu, plastik torba, şişe atar ve Çınaraltı’nı bir mezbelelik hâline çevirirdi. İlk piknikçiler Haziran’da ortaya belirir, onların gelişiyle sinek filoları da peyda olur ve yerleşimin tamamını sarardı. Bir önceki mevsimin pisliği bir sonraki mevsime kalırdı. Sıcaklarda kokardı Çınaraltı. Çınaraltı’nın hemen yanında evlerin önünde bir arazi vardı. Burada çöp bulamazdınız. Çünkü orası evlerin sahiplerince temiz tutulurdu. İnsanlar temiz yeri pisletmekten çekinirdi. Fakat Çınaraltı’nda cam kırılmıştı çoktan ve bütün camlar kırılacaktı artık.
Etrafınız bakın, her yerde kırık camlar göreceksiniz. Kaldırımlara park eden otomobillerden başlayın. Artık ihtiyarların, bebek arabalarının geçemediği kaldırımlardan.
Ülkelerin düzeni ve düzensizliği, hukukun hâkimiyeti veya yolsuzluk kırık cam etkisini bire bir yansıtıyor. Kurumların da. Bütün mesele kaldırıma ilk arabanın çıkmasıdır. Sonra bir bakarsınız, bütün kaldırımlar araba işgalinde. İlk atıfsız profesörün tayinidir. Sonra bütün atıfsız profesörlerin tayinine ruhsat çıkar.
Mesele ilk “bizim adamın” mülakatla işe alınmasındadır. Sonra sadece bizim adamlar işe alınır. Kurumlar böyle çöker. Kurumları çöken devlet ne olur?
Düşünmek istemiyorum.
ÜNİVERSİTENİN CAMLARI
Bir zamanlar “bizim oğlanın” gemisi limana geldiğinde gümrük mevzuatında değişiklik yapıp hamulesinin ithal vergisini sıfırlardık. Gemi boşalır, mal gümrükten geçince tarifeyi tekrar eski hâline getirirdik. Böylece bir taşla iki kuş vurulurdu. Hem bizim oğlan iyi kazanırdı, hem de aynı malı ithal eden biri çıkıp ona rakip olamazdı. Şimdi aynı numarayı üniversiteye rektör tayininde yapıyormuşuz. Mevzuat kıdemli profesör istiyormuş, mevzuatı değiştiriyor, kıdemsiz profesörün tayinini yapıyor, sonra geri değiştiriyormuşuz. İyi ki mevzuat atıf almış yayın istemiyor. Çünkü rektörlüğe tayin edilen kıdemli profesörlerin birçoğunun da atıf sayısı sıfır. (Atıf ne demek? Sizin bir yayınınızdan sahadaki başka bilim adamlarının bahsetmesi demek. Sahanızdakilerin umurunda değilse, kimse bahsetmiyorsa, sizin yayınınızın bir kıymeti harbiyesi yok demektir. Kâğıt israfıdır o.)
Bakın nasıl üniversiteleri kırpıp kırpıp yıldız yaptık. Fena mı oldu, şimdi kaç misli rektörümüz, rektör yardımcılarımız, dekanlarımız var.
AT KONUŞTU!
Gazetede, televizyonda, “Bir Türk Amerika’da bilmem ne keşfetti!”, “Bir Türk Almanya’da bilmem ne yaptı!” gibi haberler duyarız. Bunlar biraz da “at konuştu”, “köpek satranç oynuyor “ havasıyla verilir. Olağanüstüdür, haber değeri vardır. Hiç merak etmez misiniz, yurt dışındaki bir avuç Türk şunu yapıyor, bunu icat ediyor, falan başarıya imza atıyor da onlardan seksen küsur milyonun yaşadığı kendi ülkelerinde neden aynı şeyi yapmaz, icat etmez, o başarıya imza atmazlar bu Türkler? Nedenini size söyleyeyim: Kendi ülkelerinde o yapacak, icat edecek, başarıya imza atacak adamların yerine “bizim adamlar” gelip oturmuştur da ondan. Amerika’daki, Almanya’daki atıf alır ama buradakinin şansı yoktur, çünkü onun yerini atıfsızlar kapmıştır, üstelik yönetim de atıfsızların elindedir. Atıfsızlar atıflılardan pek hoşlanmaz. Tecrübeyle sabittir.
İlk emir-kumanda içinde verilen mahkûmiyet kararı, ilk güdümlü iddianame, kararı beğenilmediği için sürülen ilk hâkim adalet evinin kırılan ilk camıdır. Sonra bütün camlar iner.
Asıl vahimi, bunların normal karşılanmasıdır. Pek bir tepki doğurmamasıdır. İlk cam kırılınca öyle oluyormuş. Kırık cam etkisi. Oturup milletçe memleketin tamamının camının-çerçevesinin indirilmesini seyretmemizden endişeleniyorum.
Ya mevzuat vardır, yahut keyfim. Ya bilim adamı vardır, ya “bizim adam”. Ya kanun vardır, ya şahsım.
Camları kırmayın. Kimsenin babasının malı değil Türkiye.