Ciddi kazalara, sarsıntılara tıp dilinde “travma” deniyor. Kırık- çıkık gibi bedene ait olanlardan, büyük acıların ruhlarımızda açtığı yaralara kadar, bütün sarsıntılara bu ad veriliyor. Deprem de toplumca geçirdiğimiz bir travma.
Elimde deprem felaketine uğramış çocuklar üzerine yapılmış bir araştırma var. Deniz Kıratlı’nın Yüksek Lisans Tezi. Kıratlı, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nden iki yıl sonra, çocuklar üzerine çalışmış.
Çalışmasına, 60 deprem yaşamış ve 60 yaşamamış çocuk almış. İkinci grubu kontrol grubu olarak kullanıyor. Gruplar yaş, cinsiyet gibi ölçülerde birbirine çok yakın. Benzemeyen taraf, kaygı (anksiyete) ve depresyon hâlleri. Depremi yaşamış çocuklar, iki yıl sonra bile yaşamamışlara göre hem daha kaygılı hem de daha bunalımlı, depresif. Tezi YÖK’te bulabilirsiniz.
İÇİMİZDEKİ SARSINTI AYLARCA, YILLARCA…
Felaketi yaşayanlar yıllarca etkisinden kurtulamayacak. Yakınların kaybı, hayatları boyunca akıllarından, gönüllerinden ve hafızalarından çıkmayacak. Depremin etkilemediği yerleşim birimlerindeki bizler, iletişim kanallarının önümüze serdiği felaketten etkileneceğiz. Onlarınki kadar olmasa da bizdeki etki de öyle bir-iki günde geçmeyecek.
Kıratlı’nın çalışmasında bilimi görüyorsunuz. Toplumun geçirdiği travmalar konusunda başka bulgular da var. Biraz din ağırlıklı görünen, adını “Toplu Travma ve Büyüme Enstitüsü” diye tercüme edebileceğimiz, “Institute for Collective Trauma and Growth (ICTG)” adlı STK, “Felakete Karşı Tepkinin Aşamaları” başlıklı bir araştırma yapmış. Ayrıntıya girmeden onların belirlemelerini vereyim.
Felaketle birlikte toplumun adrenalini tavan yapıyor. Hani dövüşme veya kaçma (fight or flight) tepkisi var ya o devreye giriyor ve günlerce, hatta haftalarca bu evre devam ediyor. Bu, tam da ihtiyaç duyulan şey. Buna “Kahramanlık Aşaması” deniyor. Kurtarma, yiyecek, barınak sıkıntılarının giderilmesi için yorgunluktan bayılır hâle gelene kadar, fakat yorgunluk hissetmeden sürdürülen bir mücadele.
MERHAMET MERHAMETİ- ÖFKE ÖFKEYİ DOĞURUR
Sonra “artık yapacak bir şey kalmadı” aşaması var. Felaketten birkaç hafta sonra bu aşamaya geçiliyor. Duygular çeşitli. Bu evreye “Hayal Kırıklığı Aşaması” deniyor. Bu aşamada gözlenen hisler, acı, üzüntü, yas, suçluluk, yalnızlık, iyiliğe karşı minnet ve değer bilirlik, sükûnet ve başkaları… Bu his yığınında nelerin ortaya çıkacağı, toplumun bütününün ve önderlerinin tutumuna bağlı. Sükûnet ve kabullenme kadar öfke de bu aşamada patlıyor. İç yıkım insanları aşağı, daha aşağı, çektikçe çekiyor.
Herhâlde insanları sevgiye, barışa ve yardımlaşmaya teşvik etmek yerine “O yapmadı ben yaptım. Benden başkası alçaktır, haindir, rezildir.” gibi hakaret ve öfke dolu nutuklar, yıkımı durdurmanın bir yolu değildir. Kanayan yaralara merhem olmanın yordamı hiç değildir.
Günlük siyasî söylem uğruna, çıkar uğruna, yandaşları konsolide etme uğruna düşmanlık aşılayanlar, küfürbazlar, “hayal kırıklığı”nın ve muhtemel öfkenin, haftalarla sınırlı olmadığını, aylar sürebildiğini bilmeli. Belki daha dikkatli olurlar, daha efendice ve edepli konuşmaya gayret ederler. Toplum önderlerinin tavırlarına ve toplumun kendi yapısına, fıtratına göre bu ezilme, hayal kırıklığı bir noktada dönüyor. İnsanlar yeniden kendi ayakları üzerinde doğrulma ve yaraları sarma aşamasına geçiyor. Buna “Yeniden İnşa ve Restorasyon Aşaması” deniyor. Bu “inşa”, yapıların inşası, müteahhitlere verilecek inşaat işi değil. Yorulan kahramanların, “Artık ayağa kalkabiliriz. Hayat devam ediyor. Yapılacak işler var.” diye hissetmeye başladıkları aşama. Depresyondan çıkış.
BİLGELİK VE KESKİN SİRKENİN KÜPÜ
Kıratlı’nın çalışması, depresyon ve kaygının, çocuklarda iki yıl sonra bile devam ettiğini göstermişti. Enstitünün çalışması da zaman ekseninin en az 24 ay, en çok 60 ay olduğuna işaret ediyor.
Sonunda “Daha Bilgece Yaşamalıyız Aşaması” geliyor. Eğer toplum ve kanaat önderlerinde bu aşamaya geçecek bilgelik varsa. “Neyi yanlış yaptık?”, “Ne yapsaydık daha az kayıp verirdik?” ve en önemlisi, “Benim kusurlarım neydi?” sorularını sorabilecek ahlak ve kişilik sermayesi varsa! Bunların bulunmadığı, kendi nefis muhasebesi yapmayı ayıp sayan, zafiyet sayan küçük insanlar, başkalarını suçlamaya, küfür ve tehdide yönelecektir. Bu da toplumun daha uzun zaman depresyon ve öfke çukurunda kalmasına yol açacaktır.
Sonuç? Sonuçta şefkat, merhamet ve sevgi, ayağa kalkmanın sürücü gücü olur. Küfür ve tehdit de depresyon ve öfkeyi kamçılar.
Ataların dediği gibi: Keskin sirke küpüne zarardır.