Keşfetme duygusunun derinlere çeken ağırlığı: Subnautica

İskender Öksüz

“Bir oyunun seni çekip çekemeyeceğini ne belirler” denildiğinde aklıma hemen gelen temel faktörlerden biri merak; keşfetme duygusu… Bu hafta bahsetmek istediğim oyun, 2018 tarihli Subnautica; bu duyguyu oyuncunun iliklerine kadar zerk ediyor. Oyunu yapan firmanın ismi bile Unknown Worlds; yani Bilinmeyen Dünyalar.

Bilinmeyen dünyalara dalma, bilmediklerini keşfetme duygusunun hatta tutkusunun çekiciliğini düşünün! Hatta “meçhul”den korkan, çekinen insan tipi yerine meçhulü keşfetme, bilinmeyenlerin dünyasına dalma tutkusuna sahip insan tipi…

Tarihte de büyük kâşifler ve mucitler bu ikincilerden çıkmadı mı?

Bu duygu çağımızda o kadar yaygınlaşmış ki, bu duyguyla filmler, bilgisayar oyunları yapılıyor, hatta bir firma bile kurulmuş.

Unknown Worlds büyük bütçeleri olan, devasa şirketlerden değil ama San Francisco’daki 33 kişilik şirket şimdiden oyun dünyasında efsane statüsüne ulaştı gibi…

***

Oyun başlar başlamaz kendinizi duman içinde, daracık bir kabinde henüz görünmeyen bir yere doğru son hız çakılırken buluyorsunuz. Etrafınızdaki 2500’lü yıllardan gibi görünen ekipmanın çoğu kıvılcımlar eşliğinde uçuşmaya başlıyor ve dışarıda patlamalar duyuyorsunuz. Akabinde, içinde bulunduğunuz kaçış kapsülü 3…2…1… diyor, kabin alev alıyor ve göz alabildiğince devam eden bir maviliğin dibini foş diye boyluyorsunuz.

***

Neredeyse tümü sular altında olan bu gezegende ilk işiniz kabinde çıkan yangını söndürüp yiyecek ve su bulmak. Ancak tahmin edeceğiniz üzere esas serüven bunları hallettikten sonrası.

Gezegen yüzeyi ile ilk göz temasınız

Subnautica’yı oynayan herkes çakıldığı alanın yanında neredeyse batmak üzere olan devasa metalik yapıyı hemen fark edecektir. Kaza geçirdiği esnada karakterimizin kaçış modülü ile terk ettiği ana gemi bu; ve tamamen batmadan içindeki gıda ve ekipmanı elde etmeniz önemli.

Kaçış modülünüzdeki radyo sinyalini tamir edip yardım istemek, kazadan sağ kurtulan diğerlerini bulmak ve tabii bulunduğunuz bu tuhaf ama muhteşem yerden kaçabilmek gibi temel hedefleriniz var. Bunlar sizi 900 km derinlikte magmanın tüm araçlarınızı erittiği noktalardan, uçsuz bucaksız sarmaşık vari yapılara kadar gezegeni keşfetmeye itiyor. Ancak her alanda kullanılan farklı renk paletleri, sarsıcı ses efektleri, baş döndüren canlı türleri, ve her haliyle “yabancı” görselleriyle oyunun sizi bir şeye itmesine pek gerek de yok.

***

Ana senaryoyu tamamen bir kenara bırakıp sadece gözünüze kestirdiğiniz bir bölgede kendinize bir üst kurup, denizaltı imal edip, oyundaki binlerce bitki ve canlı türünü gönlünüzce keşfedebilirsiniz. Hangi bölgelerde sülfür, titanyum, demir, bakır vs. gibi elektroniklerin temelini oluşturan maddeleri nasıl elde edeceğinizi öğrenmek yeterli. Bundan sonra antik medeniyetlerin sular altındaki kalıntıları da, metruk, sır dolu laboratuvarlar da elinizin altında.

Oyunun çok başarılı bir başka yönü de bilim kurgu anlatısı. Burada kastettiğim sadece bulduğunuz mürettebat günlükleri, gemi ve araçların tasarımları gibi bilimum şeyler değil. Oyun boyunca hayatta kalmak için imal ettiğiniz el feneri, tamir cihazı, av bıçağı, içilebilir su, taşınabilir oksijen gibi birçok maddeyi üç boyutlu printer benzeri bir cihazdan çıkarıyorsunuz. Bunları yöneten yapay zekayla diyaloğunuz oyunda tek desteğiniz ve hem izahlarının ikna ediciliği, hem zekice esprileri oyunun atmosferini oyuncuya çok iyi satıyor.

***

Bu arada bir VR (sanal gerçeklik) gözlüğünüz varsa oyun bu cihazları da destekliyor. Bu su altı dünyayı bir ekran olmadan yüzyüze deneyimlemek nefes kesici olsa gerek.

Haftaya görüşmek üzere...

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.