Bütün dünyada millî eğitim örgütlerinin iki görevi vardır: Biri ve pek de millî olmayanı; öğrencilere matematik, temel coğrafya, tabiat bilimlerini öğretmektir. Bu eğitim değil, öğretimdir. Öyle değil, toplama, çıkarma yapma becerisini kazandırmak da eğitimdir, diyorsanız dediğiniz gibi olsun. Ama millî eğitimin asıl görevi, temel görevi, eğitim görevi ve nihayet adındaki “millî”nin sebebi, yeni nesillere Türk milletinin ortak yüksek kültürünü vermektir.
“Milletin ortak yüksek kültürü”, ne olduğu büyük çapta söylenişinden anlaşılan bir ifade ama sosyolog Ernest Gellner’in bunu ayrıntısıyla anlattığını da ekleyeyim. Gellner, ortak yüksek kültürü, milleti millet yapan unsur olarak tarif eder. Ortak yüksek kültür, en önce, milletin lisanıdır. Türk milletinin ortak yüksek kültürü, asırlar boyunca Bilge Kaan’dan, Kaşgarlı’dan, âşıktan divana, Yunus’tan Fuzulî’ye, Evliya Çelebi’ye, Cumhuriyet dönemi yazarlarına kadar, birike birike, üst üste kona kona inşa edilen o muhteşem yapıdır. Onunla anlatılan tarihtir. Tarihteki altın çağlarımız, başarılarımız, zaferlerimiz ve onlar kadar önemli ve anlatılması gereken yanlışlarımız, mağlubiyetlerimiz, kayıplarımızdır. Gayet tabii halk türkülerinden klasik Türk müziğine kadar musikimizdir. Bütün bunlara ilaveten maddi kültür mirasımız, mimarimiz, sanatımızdır.
EĞİTMEYEN EĞİTİM, ÖĞRETMEYEN ÖĞRETİM
Sayın Millî Eğitim Bakanımız, ÇEDES projesi kapsamında, tarikatlarla yaptıkları protokolleri savunurken onların gençlerin dağa çıkmalarını önlediğini söylemişti. Bu, aslında millî eğitimin, o aslî millî eğitim görevini yerine getiremediğinin itirafıdır. Bu toplumun ortak yüksek kültürü, nesillere aktarılabilse ne kimse dağa çıkar ne kimse yer altına iner. Benim bu itiraftan anladığım, millî eğitimimizin, nasıl on iki yıl yabancı dil dersi verip yabancı dil öğretemiyorsa, bir o kadar yıl da Türkçe, tarih, sosyal bilgiler dersleri verip hiç birini hakkıyla öğretemediğidir. Belki de asıl sebep, neyin millî olup neyin millî olmadığı; millînin neyin millîsi olduğu üzerindeki tereddütlerdir. Sebep her ne ise “gençlerin dağa çıkmasını” önlemek için tarikatlara müracaat gerekiyorsa, şart hâline gelmişse millî eğitim sınıfta kalmış demektir.
Haksızlık etmeyelim. Eğitemeyen millî eğitim problemi, son millî eğitim bakanının yarattığı bir sıkıntı değildir. Onlarca yıldır bu sıkıntıyı yaşıyoruz.
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, millî eğitimin millî olan kısmındaki tereddüt ve çözülmenin başlangıcını geçen asrın kırklı yıllarına kadar götürüyor. O güne kadar neyin millî neyin gayrı millî olduğu konusunda bir sıkıntı yokken, art arda gelen iktidarlar tereddüde düştü. Tepe ne yapması gerektiğinden emin olamayınca, teşkilatın da çözülmesi gayet tabiidir. Eğitimin millî kısmı o günlerde irtifa kaybetmeye başladı. Millî olmayan matematik, tabiat bilimleri kısmı da çoktan seçmeli sınavlara hazırlık bağımlılığıyla çöküşe geçti.
“BİR KİTAP OKUDUM HAYATIM DEĞİŞTİ”
İlgimi çeken yeni kitaplardan biri, Sadi Yumuşak’ın Laboratuvar Günlükleri. Üç ay önce Liberte’den çıkmış. İzmirli hemşehrim Sadi ile aramızda yaklaşık 15 yıllık bir faz farkı var. O, 1975-1990 arasında “bilimsel sosyalist” yani komünist oluşunu anlatıyor. Daha başlardayım fakat beni hemen çarpan ve zihnimi o günlere götüren, “1975: Bir Kitap Okudum, Hayatım Değişti” başlıklı birinci bölümdü. Yıl 1975’tir ve Türkiye’nin en iyi okullarından birinde, Bornova Koleji’nde okuyan zeki, pırıl pırıl bir genç, Georges Politzer’in o incecik kitabını okuyunca “dağa çıkmaya” karar veriyordu! Bu ne savunmasızlıktır. Bu ne iç cihazlanma eksikliğidir ve bu ne millî eğitimsizliktir!
Bir sohbetimizde, Sovyetlerin Türkiye üzerine çöken ideolojik işgalini konuşurken, Galip Erdem ağabeyimiz şöyle demişti: “Siz bizim komünist gençlerin Kapital falan okuduğunu mu sanıyorsunuz. Manifestoyu bile okuyanı azdır. Onları komünist yapan Politzer’in Felsefenin Başlangıç İlkeleri’dir.” Ben de bu durumdan vazife çıkararak Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’ni yazmıştım. Yıllar sonra birçok okuyucum bana benim kitabı okuyunca hayatlarının değiştiğini söyledi. Millî Eğitim görevini yerine getirse ne Politzer’i ne de beni okuyan gencin hayatı değişirdi.
Bugün tarikatlardan ders almayan gençler dağa çıkıyormuş! Demek ki çözüm bulunmuş. Ben bunu, “Bari o dağa değil de bu dağa çıksınlar!” taktiği olarak algılıyorum.
ORDA KİMSE VAR MI?
Sadi Somuncuoğlu’nun sık tekrarladığı bir tespiti, devletin PKK’nın ve FETÖ’nün fikriyle değil, militanı ile mücadele ettiğiydi. (https://bit.ly/karar-fikir-zikir)
“Ehli vecize” değilim ama Atatürk’ten tekrarlayayım-kaçıncı tekrarım hatırlamıyorum-: “Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken, onlara, bilhassa mevcudiyetiyle, hakkıyle, birliğiyle taarruz eden bilumum yabancı anasırla mücadele lüzumu ve efkârı milliyeyi kemali istiğrakle her mukabil fikre şiddetle ve fedâkârane müdafaa zarureti telkin edilmelidir. Yeni neslin bütün kuvayı ruhiyesine bu evsaf ve kaabiliyetin zerki mühimdir. Daimî ve müdhiş bir cidal şeklinde tebarüz eden hayatı akvamın felsefesi, müstakil ve mesut kalmak isteyen her millet için bu evsafı kemali şiddetle taleb etmektedir.”
Huuu! Orda kimse var mı?