Teknoloji, zamanın, mekânın ve maddenin aleyhinde gelişiyor.
Ne demek istiyorum? Mesela müziği alalım. Başlangıçta dinleyici ile müzik yapanların aynı mekânda ve muhakkak aynı zamanda bir araya gelmesi gerekirdi. Sonra Edison, fonografı- gramofonu icat etti. Bu, yolun başındaki ilk adımdı. Başlangıçlardan bir başkası da telefondur. Gazeteciler, Alexander Graham Bell’e, telefon dediği bu icadının neye yarayacağını sormuşlar. “Mesela”, demiş mucit, “evinizden konser dinleyebileceksiniz.” Bell pek haklı çıkmadı galiba. Çıkmadı mı gerçekten? Bunu biraz sonra cevaplayayım.
Müziği özgürleştirmekte Edison’un gramofonu daha başarılıydı. Taş plaklar, 78’lik, 45’lik derken o yüksek sadakatli, 33’lü stereolara gelindi. Kaliteli ilk 33’lüğü dinlediğimde konser salonundan daha etkili gibi gelmişti bana. Üstelik bu ilk deneyimim stereo da değildi. Sonra kasetler ve CD’ler çıktı. Cızırtıyı ortadan kaldırdık.
MADDE YERİNE BİLGİ
Nihayet müziği üstümüzde taşımaya başladık: Walkman, sonra İpod, mp3 çalarlar…
Derken müziğin nakli, depolanması, taşınması için maddeden yapılmış bir aracıya gerek kalmadı. Müzik enformasyona, Türkçesiyle malumata dönüştürüldü. Malumatın büyük taşıyıcısı internete bindi ve arzu ettiğimiz anda hizmetimize sunuldu. Spotify, YouTube ve diğerleri bunların kütüphanesi görevini yükleniyor. Evimde raflarda, çekmecelerde, özel kaplarında CD’ler bana bakıyor, ben de onlara…
Telefonla konser dinleyeceğiz diyen Graham Bell, bugünkü akıllı telefonla müzik dinlemeyi kastetmemişti ama “Ben demedim mi?” demeye hakkı var.
Olup biten bir şey daha var. Teknoloji, müzikte kapitalin statüsünü düşürdü. Şimdi bir eserin dinleyicisiyle buluşması için büyük plak şirketlerine gerek yok. Şu yapı yakındır: Besteci eserini notaya döker. Veya sadece mırıldanır. Araya yapay zekâ destekli bir yazılım girer ve bunun seslendirmesini gerçekleştirir.
İcranın ustalığı, yorum, virtüözler de yapay zekâyı kendi üsluplarına göre yönlendirir. İster solo, ister orkestra… Hepsinin sesinin bilgisayarda yaratılması mümkün. Bir besteci, tek başına müzik endüstrisi olabilir. Tam bu değil ama bu noktaya doğru bir adımı Burkay Dönderici atmış. Parçalar Spotify’da da var.
Burkay Dönderici’nin ismi bu sütunda daha önce de geçti. Dünyada 200’den fazla patenti olanlar listesine girmesi münasebetiyle.
YAYINCISIZ YAYIN?
Benzer gelişmeler televizyon yayıncılığında da var. Radyo ve televizyon devletlerin, büyük ağların tekelinden kopuyor. Tam kopmadı henüz ama bağımsız yayıncılar, YouTube ve benzeri mecralarda kendi kanallarını kuruyor, orada konuşuyor, dinleyici ile buluşuyor. Tek tek yorumcular bunu yapabiliyor. Tek tek sunucular da. Bazen bu ikisi bir araya geliyor ve gerçekten yüksek “reyting”li sonuçlar doğuyor.
Gazetecilikte benzer eğilimi görmüyor musunuz? Gerçi televizyon yayımcılığı da bir cins gazetecilik.
Gazetelerin internet üzerindeki tirajları basılı gazetenin kaç misli? Kitap yayıncılığında da aynı mekanizma devreye girmeye başladı. Elektronik kitaplar, internet kitapçılarının doğrudan yayın sistemleri, sesli kitaplar… Pek az aracıyla kitabın yazardan okuyucuya ulaşması mümkün. Buna “bağımsız yayıncılık” deniyor. İngilizcede “independent”ten, “indie” diye kısaltıyorlar. Yayınevcilik işlevinin yeniden düşünülmesi, yeniden tasarlanması lazım. Özellikle bizde.
Temel mekanizma şöyle yürüyor: İnsanların talep ettiği bir ürün düşünün. Müzik, sohbet programı, kitap, bir cihaz, hatta bir ev. Bunların hepsinin başlangıç noktası bilgi. Bu bir uç. Diğer uçta müziğin, sohbet programının dinleyicisi, cihazın kullanıcısı, evde oturan insan, son tüketici bulunuyor. İşte başlangıçtan sona gidişteki aracılar birer birer aradan kalkıyor. Aradan kalkanlar arasında televizyon tekelleri, büyük müzik şirketleri, hatta fabrikalar var.
KAPİTAL İKİ OMZUN ARASINDA
Tasarımdan son ürüne… Müzikte, televizyonda, kitapta tüketim noktasında kulaklık, hoparlör, ekran var. Araç veya ev biraz daha karışık ve henüz tam gerçekleşti sayılamaz. Üç boyutlu baskı teknolojilerinden bahsediyorum. Birçok küçük cihazı, tasarım bilgisi varsa çıktı şeklinde üretebilen üç boyutlu baskı makineleri. Bu “printer”ler, mürekkep yerine reçine gibi malzemeler kullanıyor. Daha büyüklerinin mürekkebi çimento veya başka inşaat malzemesi.
Bu endüstri 4.0 mı, yoksa daha başka bir numara mı vermek lazım. Aracılığın zayıflaması, kapitalin de zayıflaması demek. Tasarım-üretim-pazarlama. Bu üç adımın ortasındaki “üretim”i teknoloji o kadar kolaylaştırıyor ki… Sermaye de büyük çapta tam o noktada, üretimde gerekiyordu.
Yıllar önce “bilgi işçiliği” için söylenen bir sözle bitireyim: Bilgi üretiminin sermayesi beyinlerdir. Mesela Microsoft çalışanları Microsoft’un kapitalini her akşam iki omuzlarının arasında evlerine götürüyor ve ertesi gün geri getiriyorlar. Siz Microsoft yerine artık gezegenin en büyük sektörü olan başka firmaları koyabilirsiniz. Bunların kafalara ihtiyacı var. Kafaların bunlara ihtiyacı daha zayıf.
“Kapita” zaten kafa demek değil mi?