"Eğitimli genç nüfus.” Bu söz, geçen yüzyılın sonunda, bu yüzyılın başında Türkiye’yi övmek için söylenirdi. Yabancı yatırımcı çekmek için, AB’ye girebilmek için… Yavaş yavaş anlaşılıyor ki bizi tanımlayacak ifade, “Diplomalı genç nüfus” imiş.
Alfabe çorbasına dönen sınavlarımız var. Liseye geçiş sınavı, üniversiteye şey yapma sınavı… Hepsinde ortaya çıkan tablo aynı. Büyük çoğunluk lisenin kapısına, üniversitenin kapısına gelene kadar hemen hiçbir şey öğrenmemiş. Bazı üniversite mezunlarımızın okuryazar bile olmadığını görüyoruz. Abartmayayım. Galiba okuyorlar da yazamıyorlar. Hiç olmazsa soruyu okuyabilmeleri lazım. Anlamasalar da okuyorlar. Fakat eğitim hayatları boyunca yazmaları gerekmemiş. Sadece kutu karalamışlar.
EĞİTİM ÇARKI
Rahmetli Prof. Dr. Mümtaz Turhan, eğitim sisteminizi dev bir dönme dolaba benzetirdi. Bilim suyundan su çekip, Anadolu’nun susuz topraklarını sulayacak bir su çarkına. Onun benzetmesinde susuz kalan topraklardan kasıt, o toprakların gençleriydi. Millî Eğitim’in dönme dolabı büyük bir gürültüyle döner fakat toprağın susuzluğu bir türlü giderilemezdi. Çünkü dolap, bilim suyuna değmezdi.
Turhan Hoca’nın bu benzetmesi 1950’lerin, 1960’ların Türkiye’sine aitti. O tarihlerdeki eğitim kalitesi bugünle karşılaştırılırsa Harvard veya Oksford sayılır. Öğrenciler okumayı da yazmayı da edebiyatı da matematiği de bal gibi öğrenirdi. Mümtaz Hocamızın şikâyet ettiği konu, ağırlığın bu temel unsurlara verilip, “birinci sınıf bilim ve teknik” insanlarının yetiştirilmesinin ihmal edilişiydi. Acaba bugün sağ olsa ve çarpım tablosu öğrenmeden üniversiteye giren gençleri görse ne düşünür, ne yapardı? İyi ki görmedi.
TÜRKİYE'Yİ TAŞIYAN BİRKAÇ BİN KİŞİ
Biz görüyoruz maalesef. Türkiye’nin çarkını döndüren birkaç bin kişi birkaç iyi üniversitenin ürünü. Bu birkaçının da başarısı yıldan yıla düşüyor. Bunu “dış güçlerin” ölçümlerinden anlıyoruz. Dünyanın başarılı üniversiteleri sıralamasında ilk yüze giren üniversitelerimiz vardı. Şimdi ilk yüzde de ilk beş yüzde de yokuz. Bizi kıskanıyorlardır her hâlde; değil mi?
Türkiye’yi taşıyan birkaç bin kişi… Acaba arkası geliyor mu? Bu soruyu hâlen didinen, çalışan o birkaç bine sormak lazım. Ölçümlerdeki düşüş dalgası, onların insan kaynağı arayışlarına da gelip çarptı mı? En iyilerini yurt dışındaki mükemmeliyet merkezleri kapıyor mu?
Türkiye’yi taşıyan birkaç bin kişi… Bunlar biterse Türkiye yürümez. Düşer. Ülkenin makinasını çalıştıracak insanları ithal edecek doğma servetimiz de yok ki bazı petrol zengini Arap ülkeleri gibi teknisyenlerimizi, hatta memurlarımızı ithal edelim. Biz servetimizi kendimiz üretmek, iki elimizle ve kafamızla üretmek zorundayız. İşte o eller ve kafalar tükeniyor.
On yıllar önce bir rapor yayımlanmıştı. Şimdi baktım, 1 Ocak 1999 tarihliymiş: Türkiye’nin Fırsat Penceresi - Demografik Dönüşüm ve İzdüşümleri. Doğum hızı düşerken çalışma çağındaki nüfus zirve yapacaktı. Daha çok çalışan ve daha az çalışmayanla Türkiye kalkışa geçecekti. Çalışma çağındaki “Eğitimli genç nüfus!”. Ne güzel bir gelecek değil mi? İşte şimdi o gelecek geldi ve işler hiç de öyle değil. Genç nüfus eğitimli falan değil, olsa olsa diplomalı.
CEHALETİN GERİ DÖNÜLMEZ NOKTASI
Bir masal vardır, kraliçe yeni doğmuş çocuğunun geleceğini öğrenmek için bir sihirbaz falcıya başvurur. Falcı çocuğu nasıl güzel bir gelecek beklediğini anlatır ve kraliçeye bir altın yumak verir. Yumak pırıltılar saçarak çözülmektedir. “İşte”, der falcı-sihirbaz, “bu yumak tamamiyle açıldığında çocuğunun dünyanın en zeki, en başarılı, en mutlu insanı olduğunu göreceksin.” Kraliçe pek sevinir. Bir gün, iki gün… O yumak da pek yavaş açılmaktadır canım. Dayanamaz, yumağı alır ve bir oturuşta çözer. Bir bakar ki kendisi ihtiyarlamış, çocuğu da koca adam olmuştur. Fakat dangıl dungul eblehin biridir. Doğru dürüst konuşmaktan bile âcizdir. Kraliçe hemen sihirbaz falcıya koşar ve hesap sorar… “Hani sen demiştin ki…” Sihirbaz, “İyi de” der, “şu geçen on yıllar içinde sen çocuğunun bir kere bile oturup okuduğunu, yazdığını, çalıştığını gördün mü?” İşte Türkiye’nin fırsat penceresinin başına gelenler. Rapordan bu yana 23 yıl geçmiş. Siz hiç eğitim sistemimizin insanlara kutu karalama dışında bir şey öğrettiğini gördünüz mü?
Büyük bir gürültüyle boşa dönen eğitim çarkı. Eğitmeyen eğitim sistemi. O kadar eğitmeyen ki sonunda eğitimsizliğin farkına varacak kadar bilgili insan da kalmayacak. O diplomalı cahil, kendini düzeltmek yerine başkalarını suçlayacak. Nerede, nasıl yanlış yaptığını araştırmayı akıl edemeyecek. Cehaletin geri dönülmez bir düzeyi vardır. Bilmediğini bilmeyen bilgisizlik!