On beş gün aradan sonra merhaba. İzin aldım dediğim yazımda uğradığım, uğrayacağım kapıları saymıştım. Her biri reddedemeyeceğim, kıramayacağım davetlerdi. Dört şehir, sekiz konuşma.
Yarım asrı aşkın yoldaşım rahmetli Sadi Somuncuoğlu’na, şehirlerarası vatan kurtarma seferlerinden birinden döndüğünde “Nasılsın?” diye sormuştum. İkimizin de ezbere bildiği şu mısralarla cevap vermişti:
“Uzak, uzak ülkelerden döndüm seferden;
Yaralarım derin fakat mestim zaferden.”
Biraz böyle hissediyorum. Yorgunluk doğrudur. Fakat yara ve zafer dersem abartı olur.
Ne anlattım? Bütün konuşmalar cumhuriyetimizin yüzüncü yılı münasebetiyleydi. Ben de cumhuriyet hakkında konuştum. Yazanlar düşündüklerini yazar, düşündüklerini söyler; doğrudur. Fakat yazmak için, söylemek için de yeniden yeniden düşünmek, fikirleri gözden geçirip bir düzene koymak; fikirler arasındaki hiyerarşiyi, bağlantıları keşfetmek gerekir. Maalesef bu zahmete girilmeden yapılmış konuşmaları, yazılmış yazıları görüyor ve üzülüyorum. Hele ilk bakışta şirin görünen fakat içinde tahribat saklı sözler: “Milletin çeşitliliği… ”Demokratik vatandaşlık”. Orwell’in 1984’ündeki, “Savaş barış demektir.”,”Hürriyet esaret demektir.“ sloganları gibi. Egemenlik, Türk, milliyetçilik, halkçılık, laiklik kelimelerinin çevresinde dolaşarak, onları mümkünse ağza almadan atılan nutuklar. Bir Atatürk’ün konuşmalarına bakıyorsunuz, 100 yıl sonraki hatiplerimizin sözlerine. Galiba bu cumhuriyetle o cumhuriyet aynı cumhuriyetler değil.
ÖNCE EGEMENLİK
Bu anlamsızlıklara tepkimden olmalı, konum hep cumhuriyetin ilkeleriydi. Neredeydi bu ilkeler?
Cumhuriyetin içindeydi ama biri cumhuriyetten de önceydi: “Hâkimiyet bila kayd-u şart milletindir!“
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!”, dediğimizde, bundan hemen bir dizi sonuç çıkardı. Evvela: Bu milletin bir adı var mıydı? Rahmetli Deniz Baykal, o zaman galiba başbakan olan Erdoğan’a milletin adını sormuştu. O da “Türk” demişti… Evet, hâkimiyet kayıt ve şart olmadan Türk milletinindir. Peki kim Türktür, kim değildir? Cumhuriyet’in 1924 tarihli ilk anayasasının 88.’ci maddesinin birinci fıkrası da bunu belirliyor: “Madde 88:- f1 Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla (Türk) ıtlak olunur.” Türkiye Cumhuriyeti’ni ırkçı bulanlara, moda tabirle “kapak olsun”.
El cevap: “Yalandan kim ölmüş? Hem benim stiftung öyle dememi istiyor. Bakınız Almanya Almanlarındır, Rusya Rusların, Fransa Fransızların, Amerika Amerikanların ama Türkiye Türklerin değildir.”
Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletin olunca cumhuriyetten başka şansınız kalmıyor zaten. Padişahlığı muhafaza etseydiniz, halifelikle devam etseydiniz bunların ne fonksiyonu kalacaktı? Egemenlik millette mi, padişahımız efendimizde mi, halife hazretlerinde mi diye sormazlar mıydı? Bunlar olsa olsa konu mankeni olurlardı; nitekim halife için öyle de oldu. 1926’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin manevi şahsiyetinde mündemiç hale gelene kadar. O zaman mesele kalmıyordu. TBMM zaten milletin egemenliğinin tecelli ettiği yerdi.
İLELEBET
Cumhuriyetle demokrasiyle karıştıranları duydum, dinledim. Mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet, egemenliğin sahibini belirtir. Nasıl kullanıldığını değil. Halk idaresi, adı üstünde, demos kratus, yani demokrasidir. Mutlakiyet ve meşrutiyette de demokrasi olabilir: Bakınız Birleşik Krallık. Demokrasi olmayan cumhuriyetler de var. Cemahiriyeler de… Demokrasiden epey uzak durup adında “demokratik” geçen devletler de mevcut. Hele son zamanlarda, Fareed Zakaria’nın “Hürriyetsiz Demokrasi” dediği rejimler var. Bunlarda seçim bile yapılıyor. Ama bir aday, oyların tamamını alıyor. O aday ölürse oğlu veya ölmeden önce işaret ettiği büyük adam oyların tamamını alıyor. Bazıları ayıp olmasın diye yüzde 1 veya 2 hain oya izin veriyorlar…
Sonuç: Her cumhuriyet demokrasi değil, her demokrasi de demokrasi değil. Seçim olsa bile.
Biz yine kendi cumhuriyetimize dönelim. Türkiye Cumhuriyeti’ne… İlelebet pâyidar olana… Türkler devlet kurunca, ilelebet yaşasın istiyorlar. Bakınız, 14 asır önce Bilge Kağan ne diyordu: Üstte gök çökmese, altta yer delinmese, Türk Milleti, senin ilini, töreni kim bozdu? Osmanlı, Devlet-i Ebet Müddet idi.
Padişahları da “El muzaffer daima…” 29 Ekim günkü yazılara yapılan yorumlarda birilerinin “ilelebet”e takıldıklarını gördüm. Bütün devletler kıyametle sona erecekmiş. Anlaşılan bizim devletlerden en Müslümanı Bilge Kaan’ın Büyük Türk Hakanlığı. Baksanıza, kıyameti tarif ediyor.
Ciddiyete avdet edersek: Türk devlet geleneği devletin ebedî olacağını düşünüyor. Öyle de olmuş gibi. Önemli tarihçilerden bazıları Türk devleti Hunlardan beri tek devlettir diyor. Değişiklikler hanedan ve şekil değişikliğinden ibarettir iddiasındalar.
İlelebet değil de kıyametle sona erecekse… Eh ben ona da razıyım. Türkiye Cumhuriyeti kıyamete kadar payidar kalacaktır.
Cumhuriyet yazılarıma devam edeceğim.