Daha önceki yazılarımda Çin’den, Rusya’dan, ABD’den, Batı’dan bahsettim. Çin’in, Uygur Türklerine uyguladığı insanlık dışı muameleyi lanetledim. Böyle yaptım diye şimdi ben Batıcı mıyım veta Amerikancı, Natocu muyum? Rusya’nın Ukrayna’ya tecavüzünü ve sivilleri pervasızca katletmesini kınıyorum. Yine Amerikancı, Batıcı, NATO’cu mu olmalıyım?
ABD’nin, Irak’ta yüzbinlerin ölümüne yol açan işgalini, kitle imha silahları palavrasını kınadım. İçimizde ve dışımızda teröristlere zorla devlet kurdurmaya çalışmasını lanetledim. Bu sefer de Çinci, Rusçu mu olmak zorundayım?
Devam edeyim: Rus saldırısından kaçarak Avrupa ülkelerine sığınan Ukraynalılar için hemen bütün Batı’nın, “Bunlar Orta Doğulu değil, Müslüman değil. Bunlar sarışın, mavi gözlü Hıristiyanlar.” diye, beyaz ve Hıristiyan olmayanların katledilmesinin birinciler kadar vahim olmadığını ima eden laflarını kınıyorum. En yenisi: “Bu falan general var ya, Ukraynalılara eziyet ediyor, o Suriye’de de aynı şekilde sivilleri öldürüyor, acımasızca bombalatıyordu.” diyorlar. Ben de, “Peki o zaman niçin çıtınız çıkmıyordu?” diye tekrar Batı’yı kınıyorum. Şimdi tekrar Rusçu mu oldum? Yok, bu durumda Rusçu olamam, herhalde Çinci oldum!
MANİK-DEPRESİF HALLER
Neden saçmalıyorum biliyor musunuz? Bizim, sözde fikir dünyamızda sesi yüksek çıkanların kafa yapısı böyle. Batı’nın yanlışlarını eleştirenler, hemen arkasından Doğu’ya olan aşklarını ilan ederler. Doğu’yu tenkit etmeyi de Batı’yı kayıtsız şartsız göklere çıkarma izlemeli. (İtiraf etmeliyim ki bu ikincisine daha seyrek rastlıyoruz.)
Batı’ya mı karşısınız? O halde Uygurlar dünyanın en mutlu insanlarıdır. Sabahtan akşama kahkaha atmaktan başka iş yapmamaktadırlar. Dünyanın ikinci veya üçüncü mutlu insanları da olamazlar. İlla “en” olmak zorundadırlar. Rusya ve Çin bir kötülük mü yaptı? Evet diyorsanız Amerikancısınız, hem de NATO’cusunuz.
Eskiden “Amerikancı” olmanız yeterliydi. Fakat şimdi bir de Avrupa Birliği falan var. Amerikancı ve AB’ci ve İngiltereci falan diye saymak propaganda mantığına uymaz. Tek kelime lazım. İşte son yılların “NATO’cu” sözü de bu ihtiyaçtan doğdu. Bir taşla kaç kuşu birden vuruyorsunuz!
Daha beteri var. Amerikancı iseniz bütün ABD tarihi, “en iyilerin” hikâyesidir. Rusya veya Çin’i tutuyorsanız onlar da Allah’ın insanlığa lütfudur. Batı ya kusursuzdur yahut da yerin dibine batacak kadar kötüdür. Rusya ve Çin ya mükemmeldir yahut da mükemmel derecede kötü. Ya Amerikancıyız, ya Rusçu veya Çinci.
Bir tek Türkçü olmaya tenezzül edemeyiz.
Psikolojide bu hastalığın adına “siyah-beyaz sendromu” diyorlar. Gri dünyada griyi görememek bunun belirtisidir. Bipolar hastalık da bu sendromun kardeşidir.
BUGÜN DE TARİHTE DE SİYAH-BEYAZ
Geçmişimize bakışımızda da aynı hastalık hâkim… Tarihimizdeki Türk devletleri, ya simsiyahtır ya bembeyazdır.
Cumhuriyeti tutanlar için Osmanlı yerin dibinde bir yerlerdedir. Üstüne üstlük Türk düşmanıdır. Tabii Türk de değildir. Osmanlıcılar içinse Cumhuriyet öyledir. Birkaç kendini bilmez Türk Milliyetçisi ve aynı zamanda Yahudi dönmesi, durup dururken cihan devleti Osmanlı’yı yıkmışlar. Bu sonunculara göre, donanım bakımından kendisinden geride, askerinin tamamında tüfek bile olmayan Balkan devletlerine sırf yönetim hatasından, eğitim eksikliğinden yenilen Osmanlı, neredeyse Viyana’yı fethetmek üzereydi, yıkılana kadar. Zaten bizim tarihimiz Malazgirt ile başlar. Müslüman olmadan önce biz dağda bayırda avare dolaşan çapulculardık.
ZAFERLER KADAR YENİLGİLER DE
Aklı başında bir insanın yapacağı şey, böyle bipolar manik-depresif hallere girmek değil, kendi tarihini adam gibi öğrenmektir. Tarih, bilim adamlarının inceleyip bize aktardıkları gerçeklerdir. Tarih öyle bir şeydir ki, onun bilgisine yeterince sahip olduğunuzda, tıpkı o günlerde yaşıyormuş gibi, o günün kamuoyuna hâkim fikirleri bilir, hisleri hissedersiniz. Tarih, birinin söylediği kopuk cümleler, tahkik edilemez anekdotlar değildir. Sosyal medya hikmetleri hiç değildir. Aslında tarihin öyle fazlaca gizlisi, saklısı da yoktur. Sadece hava atmaya çalışan birilerinin tarihi kullanmaları vardır ki biraz okuma, biraz Google bile bunların uydurmalarını oraya koyar.
Nihayet tarih, sadece zaferlerle, başarılarla öğünmek için öğrenilmez. Belki başarıların verdiği gururdan daha da kıymetlisi, başarısızlıkların, yenilgilerin öğrettiği altın değerinde nasihatlerdir. Çocukluktan itibaren at üstünde yaşayan bir milletin üstün süvari gücüyle, bozkırdan büyük hakanlıklara taşınan teşkilatçılığı, üniter devlet anlayışı ve bilgisiyle sağladığı üstünlüğü gayet tabii bileceğiz ve bunlarla gurur duyacağız. Fakat Plevne’de Ruslara on binlerce kayıp verdiren Osman Paşa’nın yardımına gidemeyen, gitmeyen orduyu da öğreneceğiz. Rumeli’nin, bir mahallesinde Türklerin yaşadığı bir kasaba olmadığını, devletin kurulduğu kalpgâhı olduğunu, Anadolu’dan önce Türkleştiğini ve sırf teşkilatsızlıktan ve beceriksizlikten, daha da ötesi, ruhsuzluktan kaybedildiğini de öğreneceğiz.
Hiyong-Nu’dan, Cumhuriyete bütün Türk devletleri bizimdir. Başarılarıyla da bizim devletlerimizdir, beceriksizlikleriyle de bizimdir. Onları kuran, yükselten ve batıranlar da tıpkı bizim gibi insanlardır. Bazıları dâhidir, kahramandır, bazıları o kadar yetenekli değildir. Ama hepsi bizimdir.