Benim gençliğimde seküler kelimesi pek popüler değildi. Daha doğrusu ortada pek görülmezdi. Onunla ilk karşılaşmam, 1966 olmalı. Kuantum kimyası dersimde ve daha sonra atomların enerji seviyelerini ve dalga fonksiyonlarını hesaplarken başımızın belası bir “seküler determinant” vardı. Başımızın belası dememe bakmayın, onsuz o hesaplar yapılamazdı. Yalnız genellikle namuslu bir determinant değildi ve sıfıra çok yakındı. Böyle determinantlara “kötü huylu” denir (“ill conditioned”ın nevi şahsıma münhasır tercümesi).
Aslında çok bilinmeyenli, hele benim işimdeki gibi çok çok çok bilinmeyenli denklemlerde çözmeniz gereken denklem sisteminin determinantı bu. Kuantum hesaplamalarından meteoroloji tahminlerine kadar hep o seküler determinant. Niye seküler? Bu denklemleri çözmenin bir de şeriat tariki var da bu seküler olanı mı? Hayır. Meğer gezegenlerin hareketlerinin Newton kanunlarıyla hesaplanmasında da böyle bir determinant kullanılırmış. Onun için ona dünyaların determinantı demişler; seküler- dünyalarla ilgili.
VATANDAŞ!
Derken laiklik çıkmış. Birçok şey gibi ihtilal-i kebir ile… Kral 16. Lui, yeni vergiler koymak için meclisi toplar. Meclis, asiller, papazlar ve reayadan meydana gelir. Üçü eşit temsil edilir. Endüstri devrimi başlamış ve reaya dediğimiz, bir epey şehirli- burjuva olmuştur. İşte bu burjuva, ezilmekten, biraz da yeni vergiden illallah deyip, asil ve papazlara başkaldırıp dizginleri eline alır. İhtilalciler, “Fransız vatandaşlarının bir ve eşit tek sıfatı vardır: Vatandaşlık!” derler. İşte laik, laïcs, düz vatandaş, unvansız kişi, demektir. Asil de değil papaz da değil. Özel esvapsız, cüppesiz. İngilizce okumuşlarımız için: Bu kelime, İngilizcede “lay”, “lay man” şeklinde bugün kullanılıyor. Uzman olmayan anlamına.
Laikliğin temelinde bir sınıf karşıtlığı, ruhban sınıfı karşıtlığı var. Katolik kilisesinin hegemonyasını kırıp atmak var. İhtilal en azgın dönemlerinde papazların ellerini kesiyor. Pazar vaazlarına engel olmak için haftayı yedi günden on güne çıkarıyor, Pazar gününü iptal ediyor.
DEVLETLEŞEN KİLİSE
Peki, protestan ülkeler? İhtilal-i Kebir, 18. asrın sonunda. Halbuki Protestanlık bundan iki asır önce, 16. asırda çıkmış ve yayılmıştı. Dolayısıyla Protestan ülkelerde ruhban sınıfı yoktur. Ruhban olmayınca laiklik de yoktur. İngiltere’de 8. Henry, Papa karısını boşamasına izin vermediği için millî kilisesini, Anglikanlığı kurdu. Din ve dünya işlerinin ayrılması anlayışı Protestanlarda da vardı ama onların bu kavrama laiklik demesi anlamsızdı. Fransızların laiklik dediğine onlar sekülerlik dediler. Yani dünyevilik.
Bizim Azerbaycan da laikliğe “dünyevilik” diyor ki doğrudur.
Laikliğin ve sekülerliğin tarih içindeki macerası böyle. Beki bizdeki hikâye nedir?
Ortaçağ Avrupası’nde kilise, en büyük devletti. Roma yalnız kralların egemenliğinin tasdik mevkii değildi, kendi egemenliği, kendi toprakları vardı. Avrupa’nın en zengin hazinesine sahipti. Fukuyama, bu hâli, “Kilise devlet olmuştu.” diye tarif ediyor. Sonra ilave ediyor, “Türkiye’de tam tersi, devlet kilise olmuştu.”
Sezaropapist denilen yapı budur. Devletin dini yönetmesi. Fukuyama’nın Türkiye dediği, tabii ki Osmanlı’dır.
LAİKLİK İYİ SEKÜLERLİK KÖTÜ MÜ?
Avrupa’da bu tektonik hareketler ve depremler olup biterken Türkiye’de her şey yüzyıllar boyu aynı kaldı. Sonra laiklik geldi. Fakat Osmanlı’da da devlet diyanete zaten hâkimdi. Ruhban zaten yoktu.
Cumhuriyet’te de Diyanet İşleri, devletin bir kurumudur. Devletin yönetimindedir. Bizde laikliğin tarihteki ve pratikteki anlamı, devletin kararlarında dinî tasdik aranmaması ve daha da önemlisi, halifeliğin kaldırılmasıdır.
Bu yazıyı yazmamın asıl sebebi şu: Bizde laiklik aleyhtarlığı sadece marjinal gruplarda yaşıyor. Halkın ve aydınların laiklikle bir sıkıntısı yok. Fakat sekülerliğe cephe alınıyor. Yukarıda anlattım. Laiklikle sekülerlik ancak Avrupa’nın geçmişinde farklılaşır. Günümüzde eş anlamlıdırlar. Tarihî macerada olsa olsa laiklik, sekülerliğin eli sopalısıdır. Sopa Fransız ihtilali sırasında kiliseye karşı.
Fakat herhalde ben bir şeyi atlıyorum. Çünkü “seküler” kelimesine karşı çıkanlar arasında bilimdeki birikimine hürmet ettiğim ve samimiyetinde zerre şüphe etmediğim insanlar da var. Acaba laiklik daha bir topluma ve devlete ait; sekülerlik ise daha kişiye has diye mi algılanıyor? Ben de öyle mi anlamalıyım?
Seküler ülkeler basbayağı dindar insanlarla dolu olduğu halde.