Ak Parti’nin ilk zamanlarında bir demokrasi modası vardı. Demokrasi çok mühimdi ve Türkiye’ye demokrasi hâkim olmalıydı. O dönemde Avrupa Birliği’nin, Alman stiftunglarının bize tavsiye ettiği demokrasi, kendilerininkinden farklıydı. Demokrasi, seçmenlerin yöneticileri belirlediği rejimin adıdır. Seçmenler bütün millettir. Zaten demokrasi millet devletinin, ulus devletin işidir. İmparatorlukların veya kabile devletlerinin işi değil. Demokraside her seçmenin bir ve sadece bir oyu vardır; bütün seçmenler eşittir.
ANAYASAL VATANDAŞLIK, IRKÇILIK VE FAŞİZM
Bize on küsur yıl önce telkin edilen, dünyada eşi, benzeri olmayan demokraside, ülkeyi ırklara bölüyordunuz. Ve eşit olan vatandaşlar değil, ırklardı. Bu ırkçılıktı ama biz onu anayasal vatandaşlık gibi cazip isimlerle kamufle ediyorduk. Aslında tuttuğumuz rota, ırkların federasyonuydu. Avrupa tarihinde buna benzer çarpık rejimler ve rejim teşebbüsleri vardı ama hiç olmazsa namuslu davranıp, adına demokrasi demezlerdi. Mesela asiller, halk, papazlar ayrımına dayanan ihtilal öncesi Fransa’sı… O Fransa’da meclis bu üç unsurun ayrı ayrı ve eşit temsil edildikleri bir yerdi. Kral istediğinde toplanıp dağılırdı... Genellikle vergiler arttırılacağı zaman. Son toplantısını 1789’da yaptı. Kral toplamıştı. Fakat dağıtamadı; meclis, daha doğrusu meclisin halk (aslında burjuva) kısmı Kral’ı dağıttı.
Faşizmin, tek tek vatandaşların değil de, meslek sendikalarının, korporasyonlar eşitliğine dayanan meclisi de böyle çarpık bir meclistir.
Irkların demokrasisi, sınıfların demokrasisi, korporasyonların demokrasisi! Şakadan demokrasiler. Bunların her birinde meclis vardır ama hiçbiri demokrasi değildir.
On beş yıl öncesine döneyim. Bu demokrasi olmayan demokrasiye içte ve bilhassa dışta ilanı aşk edilirken, Türkiye’nin asıl eksiği, Türk demokrasisinin önündeki asıl engelden hiç bahsedilmezdi: Siyasî Partiler Yasası veya parti içi demokrasi. Anayasa değişecek, Türk adı, Türk milleti adı anılmayacaktı. Türk demek Kemalizm’di ve Kemalizm kötüydü. Kemalizm, demokrasiyle çelişirdi. Ama bir parti başkanının, “odun koysam seçilir” dediği düzen demokrasiyle çelişmezdi!
TEORİDE DEMOKRASİ VE PARTİLER
Neyse, bu saçmalıklar geçmişte kaldı. İnşallah bir daha hortlamaz. Gerçi Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerine, millî, üniter, laik, sosyal, hukuk devletine saldırılar artarak devam ediyor ama o günlerdeki gibi doğrudan değil. Cumhuriyet’e saldıramayanlar bugün “Kemalizm”e saldırıyor. Demokrasiye açıktan karşı çıkanlar da var. Söylemleri şöyle: Demokrasi İslam’a aykırıdır, İslâm’da hâkimiyet Allah’ındır; Allah adına halifenindir. Halk halifeden bıkarsa ne olacak? Halk bıktı diye Allah’ın emrine aykırı mı davranacağız? Bunlar rahatlıkla dillendiriliyor…
Normal, demokraside, başına veya sonuna bir ek gelmemiş demokraside teori şudur: Belli bir eğilime, belli tercihlere sahip insanlar bir araya gelir. Yerelde teşkilatlanır, sonra parti kurarlar. Partiler milyonlara dayanan geniş tabana sahiptir. Partiler, ne yapıp edeceklerini, milleti, ülkeyi nasıl kalkındıracaklarını anlatıp seçmenden oy isterler, aldıkları oy oranına göre de milletvekili çıkarır ve ülke yönetiminde temsil edilirler.
Partiler seçimden önce milletvekillerini nasıl seçer? O milyonlarca üyeleri var ya; onlar, usulü Partiler Kanunu ile belirlenen bir ön seçimle adaylarını ve adaylarının sıralamasını tayin ederler.
DEMOKRASİDE GERİ GERİ İLERLEDİK
Bizde böyle mi? Değil. Çok partili düzenin başından bu yana, parti içi demokrasi gelişeceğine, gittikçe yozlaşmış. 1950-60 döneminde parti grup toplantıları gerçek grup toplantısıydı. Milletvekilleri söz alıp konuşurdu. Genel başkanların dinleyici figüranlar karşısında yaptıkları basın toplantısı, TV toplantısı değildi. 1960’dan sonra bunu kaybettik. 1980’e kadar milletvekili adaylarını ön seçimle tayin etmeyen partilere, “bunlarda bir tuhaflık var; ne ayıp” diye bakılırdı. Bu da ortadan silindi. Şu anda “benim dediğim olur” sistemi hepsinin yerine geçti. Bu sistemi değiştirmek parti yönetimlerinin işine gelmiyor. Geçen seçimde CHP ön seçim yaptı da hâdise oldu.
Peki, ne yaparlar? Partinin üst yönetimi, taşra teşkilatını elcağazı ile kurar. Partinin üst yönetimdeki particikler ve onların lidercikleri de bu elcağazı ile kurmada ön almaya çalışır. Bir partinin yönetimindeki arkadaşıma, ne yapıyorsunuz diye sorduğumda, masada gülümsüyoruz ama masanın altından birbirimizi tekmeliyoruz demişti.
Bırakın teşkilâtı kursunlar… İşte öyle değil. Bu teşkilat seçtiği delegelerle gelip merkez yönetimin ve lideri seçecektir. Onun için teşkilat bizi seçecekleri garanti olanlardan kurulmalıdır. Öyle önüne gelen teşkilata giremez. Ve kim önce davranıp teşkilatı kurarsa, o teşkilat da gelip kendisini kuranı seçer. Seçmeyecek olursa, o teşkilat fesh olunur. Yani merkezde iktidara sahip olanlar, dikkatle teşkilatları seçer, onlar da gelip kendilerini seçenleri seçer. Buna da demokrasi derler.
Demokrasinin “içselleşmesi” bu döngüyü kırmakla sağlanır. Bunu başaran kazanacaktır.