İktidar cephesinden unvanlı birileri çıkıp tutarsız bir laf ediyor. Mesela, “Fransa’da müthiş enflasyon var, eskiden 150 Euro’ya dolan sepet şimdi 750 Euro’ya doluyor.” gibi. %7 ile 7 katı karıştırmış galiba, sonra da 1050 Euro kulağına fazla gelip, biraz indirim yapmış. Adnan İslamoğulları’nın deyişiyle, “Ayağımız alışsın!” diye. Mesela ABD’deki %7 enflasyona “hiper enflasyon” demek gibi… (Sahi Biden’e insanlık icabı hiper enflasyon yaşadıklarını bildirsek. Farkında olmayabilir.)
Muhalefet de bunları yakalayıp her biri için en az iki gün patırtı yapıyor. Muhalif kanallara bakıyorum. Süreç şöyle: Önce saçma sapan beyan, söyleyenin görüntüsüyle veriliyor ve asabi bir sunucu bunun niçin yanlış olduğunu anlatıyor. Sonra bir daha, bir daha… “Eyice” anlayalım diye herhâlde, üç veya dört defa aynı söz ve görüntüler tekrarlanıyor. Sonra 4 ila 8 âkil adam saatlerce bu konuyu tartışıyor. O lafı eden “maksadımı aşan sözler” veya “demek istedim ki…” diye bir daha konuşursa daha da iyi; gösteri yeniden başlıyor. Gazetecilikte “haberi takip etmek” denilen iş, kendiliğinden ve kolayca gerçekleşiyor. Sonra tekrar 4-8 akıllı uzman.
GERİ BESLEME
Yanlışları bulup söylemek, basının görevidir. Bunda gariplik yok. İktidarın yanlışlarını söylemek de muhalefetin görevidir. Bu da doğru. Yanlış olan, ülke gündeminin bu konuşulmaya değmez sözlere kilitlenmesi. Günler boyu bunların asıl konu hâline getirilip haberlerin de açık oturumların da yüzde doksanını teşkil etmesi. Varsa yoksa 750 Euro’luk sepet. Ancak son birkaç günde, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla ara verildi. Şimdi işgal yegâne gündem. Hiç şüphem yok, bu kriz sona erince, kaldığımız yerden devam ederiz.
Bu hâliyle iktidar da muhalefet de çözüm üreten, fikir üreten odaklar değil. Bırakın çözüm üretmeyi, nitelikli soru bile soramıyorlar. Olsa olsa, kendi tribünlerinin amigoluğunu yapıyorlar. Ve amigolar tribünleri bağırtıyor, tribünler siyasileri bağırtıyor ve bu bir döngü hâlinde, ses, gittikçe yükselerek devam ediyor. Buna bilimde “olumlu geri besleme” veya “pozitif geri besleme” denir. “Olumlu” dendiğine bakmayın, bu mekanizmayla, iyi bir şey de kötü bir şey de beslenebilir. Hani şahit olmuşsunuzdur, amatörlerin kurduğu bir ses sisteminde, mikrofonun aldığı ses hoparlörden çıkınca mikrofon onu tekrar alır, ses yükselip tekrar hoparlöre verilir ve sonunda herkese kulak tıkatan, anlamsız ve çok yüksek bir “iiiiii” sesine dönüşür.
Türkiye’nin, hele şu geçitte, aritmetik bilmeyen siyasilerden daha acil ve önemli işleri yok mu? Mesela bu insanlar nasıl bu kadar basit hatalar yapabiliyor, eğitimimiz niçin bu derece tekliyor… Üstelik hazırlanmış ve dahi prompterli konuşmalarda bile bu nasıl mümkün? Buradan başlayıp eğitim gibi, ilk ve orta öğretim gibi, hele hele üniversite gibi konuları konuşsak olmaz mı? Veya uzman olmayanların da kolayca anlayacakları düzeyde ekonomiden, dış siyasetten bahsetsek?
EVET Mİ? EVEEET! HAYIR MI? HAYIIIR!
İktidar mensuplarının iler tutar tarafı olmayan beyanlarında da, muhalefetin onlara karşı kendi tribünlerini ayağa kaldırmaya yönelik amigoluğunda da iki cehalet birbirini güçlendiriyor. Bu da bir olumlu geri besleme midir ne? Biri tarafta, bu garip lafları söyleyenlerin cehaleti. Belki de o demeçleri yazıp siyasilerin eline verenlerin cehaleti. Eh… Beklenir. O yazarları da liyakate değil sadakate bakarak almışsınızdır, sonucuna katlanacaksınız. Diğer tarafta, dinleyicilerin, yani halkın cahil sayılması. “Biz ne dersek deyelim, halk anlamaz, kabul eder. Ne kadar sert, ne kadar bombastik, ne kadar şiddetli söylersek o kadar hoşlanır.” kabulü. Bu kabul muhalefette de var. Sonuçta ahali de kendisine biçilen roldeki gibi davranıyor. Ne de olsa burası bir fikir meydanı değil, bir arena, bir stadyum. Stadyumdayken her seyirci, kendi tribünündekilerin davrandığı gibi davranır. Ve tezahürat, yükselir de yükselir…
“SOVYET POLİSİ KİME HAYVAN DENİLECEĞİNİ BİLİR"
Hatırlıyor musunuz, Sayın Cumhurbaşkanımız bir mitingde, dinleyicilere bir soru sormuş ve hep bir ağızdan ve yüksek sesle, “Eveeeet!” cevabını almıştı. Hâlbuki hatip, hayır denmesini bekliyordu. Meydanı uyardı, “Yanlış anladınız, hayır diyecektiniz.” ve meydan hep bir ağızdan bağırdı: “Hayıııır!”. Neye evet, neye hayır dediğimiz önemli değil. Neyin tartışıldığı hiç mi hiç önemli değil. Tribün ne bağırıyorsa odur. O kadar!
Hadi ben de eleştirdiğim davranışı yapayım. İnsan, ölmeden önce eleştirdiği hatayı en az bir kere, mutlaka yaparmış. Ben peşin ödeyeyim. Bakın Geççek’in bana hatırlattığı eski bir Demir Perde fıkrası var. Stalin, Moskova’da, caddede, kortejiyle ilerliyor. Halk kaldırımlara birikmiş, tezahürat yapmakta. Derken bir adam, yüksek sesle “Hayvan!” diyor. Ve söz ağzından çıktığı anda omzunda bir el! “Yürü karşı devrimci!” diyor. Adamcağız, “Dur!” diyor, “Yanımdaki herif nasırıma bastı, ona hayvan dedim.” KGB cevap veriyor, “Sen onu külahıma anlat. Sovyet polisi, kime hayvan denileceğini bilir.”