Televizyondan haber izleme alışkanlığım pek yok. Sabah erkenden Karar’ın internet sayfalarını, X’i ve e-postama gelen haberleri şöyle bir tararım. Bunlardan on beş dakikada edindiğim bilgiyi televizyondan almaya kalksam herhâlde yarım günüm gider. Öğleden sonra turumu, bu defa daha kısalmış hâliyle tekrarlarım; yeter.
Benim televizyon alışkanlığım yok ama arkadaşımın var. Onun sayesinde öğreniyorum. Muhalif kanallar bir şey yakalıyor. Diyelim ki ıstakoz. Sonra hepsinde ıstakoz var. Derken akşam oluyor. Bu defa ıstakoz üzerine açık oturum yapıyorlar. Istakoz uzmanları var. Monaco uzmanları var. Ayrıca genel uzmanlar var, her ne demekse.
PARA SAYAN ELLER
Arkadaşım az sonra ıstakoz ve Rolex’ten sıkılıyor. Ne yapmalı? İki şey var. Ya yandaş kanallara geçip nasıl uçtuğumuzu, kaçtığımızı dinleyeceksiniz; onlarda ıstakoz ve Rolex yok. Isakozun bıraktığı boşluğu doldurmak için ıkına sıkına haber vermek zorunda kalıyorlar. Yahut yabancı kanalları açacaksınız. Onlarda doğru dürüst haber var; eğer yabancı diliniz varsa. Gerçi spikerleri bizimkiler kadar genç ve alımlı değil ama ıstakoz değil haber sunuyorlar.
Haberleri ıstakozla doldurmak mümkün değil. Onun için bir de domatesin ne kadar pahalı olduğu, sabahtan halkın Et ve Süt Kurumu kuyruğuna girişi. Bunlar televizyon. Dolayısıyla konuşan kafa ankorlar ile yetinemezler. Bir şeyler göstermeleri, “reality show” yapmaları lâzım. Domatesin ve etin fiyatının reality’si nasıl olur? Şöyle olur: Bir müşteri yakalarsınız ve size anlatır. Geçen sene et şu kadardı, bu sene bu kadar. Alamıyoruz. Bir kişi, iki kişi… Kuyruktakiler bitti. Şimdi kuyrukta olmayanları çekersiniz. Onlar, “Biz kuyruğa bile giremiyoruz.” derler…
Aslında böyle bir haber yapılabilir. Bir kere. Bilemediniz iki kere, üç kere. Ama aylarca haber programınızı kuyruktakiler ve kuyruğa giremeyenlerle, pazar tezgâhlarıyla dolduramazsınız. Bir haber programı boyunca bile yapamazsınız. Sıkar. Ama haber saatinin dolması lazım. Kolay. Konu pahalılık ya. Dâhiyane bir fikir: Ekranın ortasına para sayan bir el koyarsınız. Sonra para sayan başka bir el. Araya bir para sayma makinesi, sonra yine bir el. İşte size televizyon haberciliği. Pahalılık açık oturumlarında, ekonomi açık oturumlarında da para sayan eller ve para sayma makineleri var. Niçin diye sorsanız, herhalde sünnetçi hikâyesindeki gibi, “Ya ne koysaydık?” diyecekler. Bir şey koymasanız olmaz mı? Aynı on saniyelik videoyu on kere yayımlamak sıkıyor, biliyor musunuz?
BOYALI BASINDAN BOYALI TELEVİZYONA
Evet, geçen hafta böyleydi. Bütün kanallarda ıstakoz ve Rolex vardı. Bunların benzini bu haftaya yetmez. Bakalım bu hafta ne bulacaklar. Siz bu satırları okurken bulmuşlardır bile.
Olur olmaz yerde resim kullanma garipliği galiba asıl İnternet’le, daha doğrusu Web siteleriyle başladı. Gerçi Web’den önce da bazı gazeteler ortalamanın üstünde resim yayımlardı. Öbürleri onları “boyalı basın” diye küçümserdi. Fakat rotatif devrinde bu iş pahalıydı. Klişe yapacaksınız. Hele renkli için dört klişe yapacaksınız ve bunları kaydırmadan basacaksınız. Ofset Web başlayınca resim basmak biraz daha kolaylaştı. Ağır başlı fikir gazeteleri, siyah beyaz çıkardı. (Bu paragraftaki iki Web aynı Web değil. Birincisi İnternet’in Web’i, ikincisi Web- ofset.)
YAZI ZOR, RESİM RAHATLATIR
Kolayca resim yayımlamak internetle mümkün oldu. Sonra Facebook gibi, Twitter (X) gibi mecralarda görüldü ki yayınladığınız her neyse ona bir resim eklerseniz daha çok tıklanıyor. Artık ilgili ilgisiz her şeye bir de resim eklenir oldu. Instagram gibi sırf resim üstüne dönen sosyal kanallar çıktı.
Dönelim televizyona. Adı üstünde “vizyon”. Dolayısıyla her şeyde resim yayımlamak zorundalar. Haberlerde aynı on saniyelik video o haber bitene kadar belki on defa veriliyor da veriliyor. Açık oturumlarda da ekranın iki yanında konuşanların ufak görüntüleri var. Göbekte yine durmadan dönen bir video. İnsanın dikkatini dağıtıyor. Konuşulanları ancak yarım yamalak anlayabiliyorsunuz. Bazen görüntülerin konuyla ilgisi kopuyor. İsrail füzeleri İran füzelerini mi vuruyor. Video bitti, napcaz? İsrail’in Gazze’yi bombalama sahnelerini korsunuz. O da gece, bu da gece; kim fark edecek?