Türk ulus-devletine karşı ideolojik saldırılar birkaç yönden gelir. Batıdan gelen, üstü kapalı da olsa, “Bizim kutsal topraklarımızda bu Türklerin işi ne?” anlayışındadır. Siyasî İslamcılardan gelen “fikre” göre, “Türk” son bir asırda icat edilmiştir. Atatürk ve Cumhuriyet’ten önce Türk yoktur. Zaten millet diye bir şey de ya yoktur yahut yok olmak üzeredir. Mesela Seyyid Kutb’a göre, milliyet zamanı geçmiş bir bayraktır ve dünya büyük ideolojik komplekslere doğru yürümektedir: Komünizm, Kapitalizm… Kutb’un İslam’ı da bunlar gibi bir komplekstir.
Milletin ve millî devletinin zamanı geçmiş bir bayrak olduğunu hem bir kısım liberaller hem de bir kısım sol tekrarlar. (Milleti ve milliyetçiliği savunan liberalleri ve solu tenzih ederim.)
Bunlara cevap diye dünya üzerindeki realiteyi, asırlardır dünyanın millet devletleri dünyası olduğunu anlatırsanız, saldırı stratejisi değişir. O zaman, “Öyle de, bu söylediklerin Türkiye için geçerli değil.” derler ve şöyle devam ederler: “Biz bir imparatorluğun kalıntısıyız. Dolayısıyla Türkiye, Avrupa devletleri gibi “saf bir ırktan” kurulmamıştır. Bir mozaiktir.”
ONLAR “SAF IRK”, BİZ MELEZ
Haydi şimdi bu iddiayı ele alalım. Türkiye, mesela bir Fransa’dan, bir İtalya’dan veya aklınıza gelecek herhangi bir Avrupa ülkesinden farklıdır. Onlar “saf ırklardan” oluşmuş devletlerdir. Bir öyle değiliz. Biz istisnayız. ABD’den bahsetmiyorum bile.
Önce bu söylemin, hangi yönden gelirse gelsin ırkçı düşüncenin ürünü olduğu açıktır. Geçen yazımda belirttiğim gibi, “millet” gerçeğini bir türlü kavrayamayan kafalar veya kavramak istemeyenler dünyaya baktıklarında gerçeği, yani milletleri ve millet devletlerini görmüyor. Irklar, etnisiteler, kavimler görüyor. Türk milliyetçilerini ırkçılıkla itham edenlerin fikirlerinin ırkçılığa dayanması ilginçtir.
Gerçek şu ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle 1876-1921 arasında elli yıla yakın bozgunlar dönemi, tarihçi Prof. Justin McCarthy’nin deyimiyle bir “Ölüm ve Sürgün” dönemidir. Bu yarım asırda milyonlarca Türk katledildi ve sonra fatura yine Türklere kesildi. Bozgunlar ve terörün mecbur kıldığı kitle göçleri coğrafyamızı ve demografimizi, yani nüfus yapımızı da değiştirdi. İmparatorluktan millî devlete dönüştürdü. 1912’de kaybettiğimiz Rumeli şeridi, Güney’den Yunanistan’dan, Batı’da Sırbistan’dan, Kuzey’de Bulgaristan’dan katledile, sürüle gelen Türk ve Müslüman nüfusun birikip yoğunlaştığı bir coğrafyaydı. Balkan Harbi’nde rezilce kaybedilen Rumeli, yalnız tarihî Türk yurdu, İmparatorluğun kurulduğu topraklar değildi. Aynı zamanda Türk nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu bir şeritti. Son darbeyle bu nüfus da Türkiye’ye aktı. Nihayet 1683 İkinci Viyana bozgunundan, Sakarya’ya kadar süregelen ric’at, Millî Mücadele ile son bulduktan sonra, mübadele yaptık. Azınlıklar gitti, Türk nüfus geldi ve Türkiye’nin demografisi bugünkü yapısına yaklaştı.
BÖLELİM DE NEREDEN BÖLELİM?
Nedir bugünkü etnik demografi? Türk kimdir? Gayrı-Türk kimdir?
Bakınız, Türk geni, bilmem Alman geni falan yoktur. Tekrar edeyim, millet ırk değildir. Peki, kim Türk’tür? Çok basit: “Türküm” diyen Türktür. Türk’ün başka tarifleri de var. Anayasaya göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına Türk “ıtlak olunur”. İsterseniz, “Millî Mücadeleyi veren Türkiye halkına Türk denir.” tarifini kullanın. Yok, illa ırkçılık edecekseniz, bir Türk etnisitesi icat edecekseniz, ana dillere yönelebilirsiniz. Ben katılmıyorum ama farz edelim birileri Türkiye’de yüzde kaçın ana dili Türkçe’dir diye sorsun. Ayrılıkçılık yapacaklar ya… Eurobarometer sormuş ve 2005’te cevapları bir rapor hâlinde yayımlamış. Anadilim Türkçe diyenler %94. Başka bir dili de söyleyenler %9. (Birden fazla anadil belirtilebiliyor.)
Pek güzel, pek âlâ. Şimdi bu rakamlarla dünya üzerindeki diğer devletlerin içindeki etnisite yüzdelerini karşılaştıralım. Bakalım onlar “saf ırk” ve biz “dikdörtgen etnik mozaik” miyiz?
BİZDE BÖYLE YA ONLARDA NASIL?
Aşağıdaki paragrafı, millet ve milliyet konusunda araştırmalarıyla ünlenmiş sosyolog Walker Connor’un 1972 tarihli “Millet inşası mı, millet tahribi mi?” makalesinden aldım. Sayılar, tabiatıyla, makalenin yazıldığı döneme aittir:
“Günümüzün 132 devletinden sadece 12’si (%9,1’i) etnik açıdan homojen sayılabilir. Buna ilave 25 devlette de (örneklemenin %28,9’u) bir etnik grup nüfusun %90’ının üstündedir. Bunlara ilave daha 25 devlette hâkim etnik grup nüfusun %75- %89’u arasındadır. Fakat 31 devlette (toplamın %23,5’u) en büyük etnik element, nüfusun sadece %50- %74’üdür ve 39 devlette (devletlerin %29,5’i) en büyük grup, nüfusun yarısına erişemiyor. Devletlerin içindeki ayrı etnik grupların sayısı göz önüne alındığında bu çeşitlilik daha da çarpıcı bir görünüm arz eder. Bazen bir devlette yüzlerce etnik grup bulunmakta ve 53 devlette, (devletlerin %40,2’si) nüfus beşten fazla hatırı sayılır etnik gruba bölünmüştür.”
Etnisite millet değildir ancak bir millet birçok etnisiteden meydana gelebilir.. Dünyanın en güçlü milleti, Amerikan milleti, çok sayıda ve kalabalık etnisitelerden oluşur. Fakat onların okullardan atmadıkları ve katiyen atmayacakları bağlılık andı, “… Tanrı’nın altında tek millet.” diye biter. Tekrarlayayım: Amerikanlar kendilerine Amerikalı değil, Amerikan der. Zaten İngilizcede ve daha birçok “Amerikalı” diyemezsiniz. “Türkiyeli” de…
Sonuç: Türk milletinin dünyadaki ve Avrupa’daki diğer milletlere nazaran bir etnik mozaik olduğu, onlardan çok daha fazla “etnisite”, “ırk”, “kavim” ve her neyse barındırdığı yalandır. Propagandadır. Barındırsa da bir şey değişmeyecekti ama bu iddia asılsızdır, “Doğudaki Endülüs” yolunda uydurulmuştur.