Geçen yazımda akıl ve mantığın bazen yanılttığını anlatmıştım. Sırf akıl ve mantığa dayanan felsefenin de…
Ancak verdiğim örnekler hep ortaçağa aitti. Şimdi akıl ve mantığa bugünkü bilimin ışığında bir bakalım.
Yirminci asrın başında yeni fiziğin, yani bir taraftan Einstein’ın iki izafiyet teorisinin, diğer taraftan Dirac, Heisenberg, Şrödinger ve diğerlerinin kuantum teorisinin ve daha sonraları da parçacık fiziğinin bize açtığı evrenlerde akıl ve mantık bütün bütün yaya kalır.
FİZİK MANTIĞA KARŞI!
Bize, maddenin tarifi diye “uzayda yer kaplayan” ibaresiyle başlayan bir ifade öğretmişlerdi. Belki hâlâ öğretiyorlardır. Akla ve mantığa uygun, değil mi? Hâlbuki hiçbir atom altı tanecikte, yani protonda, nötronda, elektronda veya elemanter taneciklerde hacım yoktur. Hepsi hacımsızdır. Bize hacım izlenimini veren, onların arasındaki kuvvetler ve onların hareketleridir.
Bir cisim aynı anda iki yerde birden bulunamaz derlerdi. Ben kuantum mekaniği anlatırken öğrencilerimi önce bir elektronun aynı anda iki yerde birden bulunabildiğine ikna ederdim. Buna alıştırdıktan sonra da “aslında aynı anda her yerde bulunabilirler ama belirli ihtimaliyetler dâhilinde” diye devam ederdim.
İzafiyet teorisinin de kuantumdakileri aratmayacak paradoksları vardır.
Özel izafiyet teorisinde ışık hızına yakın bir hızla giderseniz, elinizdeki metre kısalır. Siz de kısalırsınız tabi ve kütleniz artar. Zaman yavaşlar. Tabi, siz bunları fark etmezsiniz, siz hızlı seyahate çıkarken arkada kalanlar fark eder. Özel izafiyetin meşhur ikizler paradoksu vardır: İkizlerden biri, hızlı uzay gemisine binip gider. Geriye geldiğinde mesela kendisi bir yaş almışken, dünyada kalan ikizi dede olmuştur. Hıza bağlı…
Aklınızı karıştırdım mı? Karıştırdıysam derdimi anlattım demektir.
Formülümü tekrarlayayım: Akıl ve mantık olmadan bilim yapamazsınız. Ama bilimin akıl ve mantığı yalanladığı da az değildir.
1400 KİŞİLİK ANKETLE MİLYONLARI ÖLÇEBİLİR MİSİNİZ?
Şimdi daha da yakın bir örneğe, 4 Nisan’da yazdığım, EBA hakkındaki memnuniyet anketini naklettiğim yazıma gelen, aynı mealdeki bir yoruma bakalım:
“Milyonlarca öğretmen ve öğrenciden 1400 kişiye düşürüp anket yapmak. Onbinde bir oran çok düşük. Seçilen bir, gerideki 9999 kişiyi yansıtır mı?”
Bunu içlerinden örnek diye verdim. Tıpa tıp aynı şeyi söyleyen daha birçok yorum var: Anket yapılan nüfus büyükse, ankete katılan sayısı da büyük olmalıdır. Yoksa sonuçlara güvenilmez. Pekala mantıklı, makul, akla uygun, değil mi? Fakat, yanlış. Bilim, bunu da yalanlıyor. İstatistik denilen bir bilim var. Ve istatistik, bir anketteki hata payının nüfus büyüklüğünün bir ilişkisi olmadığını söylüyor. Hoppala! Fakat öyle. O zaman birkaç kişiye sormamız yeterli mi? O da değil. Belli hata sınırları içinde kalmak istiyorsanız, kaç kişiyle anket yapmanız gerektiğini veren denklemler var. Bunlar, hata sınırlarının sadece iki şeye bağlı olduğunu gösteriyor:
1. Ölçtüğünüz şeyin nüfus içindeki değişkenliğine; teknik tabirle standart sapmaya.
2. Örnek sayısına; yani anket yapıyorsanız, kaç kişiye sorduğunuza.
Nüfusun büyüklüğü denkleme girmiyor. Bu yüzdendir ki, değil yorumcuların yirmi milyon dedikleri öğrenci kitlesi, altmış milyon civarındaki seçmen kitlesinin tercihlerini bile birkaç bin kişiyle anket yaparak kestirebilirsiniz. Zaten seçim ve kanaat anketleri de bu civarda sayılarla yapılır.
ÖZELDE DOĞRU SÖYLER ANKETTE ŞAŞAR
Bu açılardan EBA anketi sınıfı geçer. Ancak…
Ancak bazı şartlar var. Bir kere örnekler rastgele seçilmeli. İkincisi anket yapan da yapılan da etki altında kalmadan konuşabilmeli. Anket yapanın verilecek cevabın bir cinsine sempatisi veya antipatisi, bu yönde uzaktan da olsa bir iması olmamalı.
EBA anketimden sonra öğretmenlerden bazı tepkiler aldım. En büyük şikâyet devamsızlıktandı. Kendi derslerine, sınıflarına ait devam rakamları pek düşüktü. Anketin değil, devam, ders malzemesinin indirilmesi gibi ölçme-değerlendirmenin daha gerçekçi sonuç vereceğini söylüyorlardı. Ben de kendi sözde anketimi yaptım. Az sayıda öğretmenle konuştum. Devamsızlık şikâyeti olmayana rastlamadım. İnternet’in yavaşlığı da hemen arkadan geliyordu. Fakat geçen seneyle bu sene arasında bir iyileşme olduğunda da hepsi birleşiyordu.
O zaman EBA anketinin rastgelelik ve çekinmeden cevaplama açılarından yeniden değerlendirilmesi lazım. Duke Üniversitesi ekonomi hocalarından Timur Kuran’ın, Türkçeye, Yalanla Yaşamak başlığıyla tercüme edilen kitabı tam da bu konuyu işliyor. Mesela iktidardan çekinen seçmenin, kullandığı gerçek oyla, ankette söylediğinin aynı olmadığını gösteriyor. Seçimde iktidar aleyhine oy kullanan birisi, ankette, hele kimliği belliyse, iktidarı desteklediğini söylüyor.
Kamu hizmeti veren kurumların, memnuniyet anketi ve diğer ölçme ve değerlendirme çalışmaları yapmaları gerekli ve yararlıdır. Ancak anketleri bağımsız uzman firmalara yaptırmaları daha sağlıklı olacaktır.
Aklın ve mantığın yanıldığı bir başka okur yorumu da virüs mutasyonları yazıma gelmişti. Okuyucum, “Senin evrimden anladığın bu mu? Akşamdan sabaha evrim mi oluyor?” diyordu. Burada da bir akıl + mantık bilime eşit değildir yanılgısı var ama yerim kalmadı. Zaten evrimi daha geniş ele almalıyım.