Hakkari Belediye Başkanı Mehmet Sıddık Akış PKK terör örgütünde üst düzey görev aldığı ve örgüt adına çeşitli faaliyetlerde bulunduğu suçlamasıyla Van’da göz altına alındı.
Suçlu olanın gözaltına altına alınması ya da tutuklanmasından daha normal bir şey yok.
Hele ki terör faaliyetlerinde bulunan birinin kamu kurumunu yönetmesi düşünülemez. Bunları kabul ediyorum.
Ancak burada iki temel nokta var. Birincisi Akış’ın 10 yıldan beri süren bir yargılamadan dolayı göz altına alındığına dair bilgiler var. Buna pek de şaşırmadım zira Türkiye çoktandır uzun yargılamaların ülkesi haline geldi.
Dünyanın en anti demokratik ülkelerinde dahi 10 yıl süren dava olmaz. Yargılama süreçlerinin, iddianame hazırlığının bu kadar uzun sürmesinin yargı sistemimiz adına utanç verici bir durum olmasının yanında yargılanan kişilerin de insan hakları açısından mağdur edilmesi anlamına gelir. Yargılama sonucunda beraat alacak bir kişinin 10 yılının ziyan olduğunu düşünsenize...
Felaket...
Dava hakkında daha fazla bir şey yazmak istemiyorum. Nitekim dava dosyasını incelemedim ve iki gündür inceleyen meslek büyüklerimiz konuyla ilgili köşelerinde yazılarını yazıyorlar.
Ortak görüş dava içeriğinin de pek tatmin edici olmadığı. Ama ben konuyu buradan çıkarıp kayyum meselesine getirmek istiyorum.
Demokrasilerde kayyum diye bir mekanizma olmaz.
Benim Hakkari Belediye Başkanı’nın tutuklanmasından çok buna itirazım var.
Belediye başkanları suça karışmış olabilirler. Bu terör suçu olmak zorunda da değil. Herhangi bir suçtan dolayı görevden uzaklaştırılmış olabilirler.
Eğer görevden uzaklaştırma kararı alındıysa anında yapılması gereken iki farklı şey vardır.
Ya seçim yenilenir. Ya da belediye meclisi kendi içinden yeni bir başkan seçer.
İç İşleri Bakanı il valisini belediye başkanı olarak atayamaz.
Bu demir perde ülkelerinde ya da faşist yönetimlerde olan bir uygulamadır. Bunu maaleef hükümetimiz adet haline getirdi.
Kişilerin seçime girmesine izin veriyorlar. Seçimi kazandıklarında da göz altına alıp, topyekün halk iradesini hiçe sayarak kayyum atıyorlar. Burada da 3 tane soru aklıma geliyor.
Bu kişiler hakkında uzun süredir süren yargılama süreçleri varsa nasıl aday gösterilmelerine izin veriliyor?
Görevden uzaklaştırılan başkan yerine yeniden seçim yapılmamasının sebebi bölge halkının yeniden aynı partiyi seçeceğinin bilinmesi, dolayısıyla esas cezalandırılanın DEM Parti olması mı?
Görevden uzaklaştırılan başkan yerine belediye meclisinin kendi içinde bir başkan seçmesi yönteminin kullanılmaması da meclis çoğunluğunun AK Parti’de olmaması ile bir alakası olabilir mi? Eğer meclis çoğunluğu AK Parti’de olsaydı kayyum atamak yerine böyle bir yola gidilebilir miydi?
Dediğim gibi ben tutuklanmanın doğruluğuyla yanlışlığıyla ilgili net bir yorum yapmak istemiyorum. Bu kadar uzun süren yargılamaların siyasi yargılamalar olduğu ve intikam duygusuyla yapıldığını düşünüyorum, o ayrı bir şey.
Bu kadar net deliller varsa, kişinin terör faaliyetlerine katıldığı kesinse 10 yıl beklemenin mantığı nedir? Ya da DEM Parti’nin kurumsal olarak PKK ile bağı kesinleşmişse de parti kapatma başvurusu yapılsın. Anti demokratik bir şey gibi görünebilir ama demokrasi ile yasadışı bir şeyi meşrulaştırmak da mümkün değildir.
Ve fakat...
Eğer DEM Parti yasal bir siyasi partiyse Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni sırası geldiğinde yönetiyorsa böyle düşmanca bir tavrın kimseye bir faydası olmadığı da açıktır.
Ama bu ülkenin geleceği için daha önemli olan şey demokratik yollarla göreve gelmiş birinin suç işleyip, görevden uzaklaşması durumunda seçimlerin yenilenmesinin sağlanması ya da mevcut seçilmiş belediye meclisi tarafından yeni bir başkanın seçilmesidir.
Bu iki metodun dışındaki herhangi bir yöntem demokrasiye aykırıdır, halk iradesine saygısızlıktır.
Bugün DEM Parti’nin güçlü olduğu yerde kayyum atayan zihniyet, yarın öbür gün CHP’nin güçlü olduğu yerlerde kayyum atayabilir.