1944 yılında Polonyalı Yahudi avukat Raphael Lemkin dünya literatürüne “soykırım” kelimesini kazandırdı. Lemkin Nazilerin sistematik bir şekilde Yahudilere karşı işlediği cinayetleri tanımlamaya çalışırken ırk ya da kabile anlamına gelen Yunanca “geno” kelimesiyle, öldürmek anlamına gelen Latince “cide” kelimelerini birleştirerek “genocide – soykırım” kelimesini türetti.
Holokost Ansiklopedisindeki ifadeyle Lemkin’in aklında bu terimi önerirken “toplulukları ortadan kaldırmak hedefiyle ulusal toplulukların yaşamının esas temellerini imha etmeyi amaçlayan çeşitli eylemlerden oluşan bir koordineli plan” vardı.
1945’te Nüremberg’deki Uluslararası Askeri Mahkeme’de soykırım ifadesi ilk kez kullanıldı. Üst düzey rütbeli Nazi subaylarının “insanlığa karşı işlediği suçlar” kapsamında yaptıkları hukuki bir terim olarak değil tanımlayıcı bir terim olarak soykırım şeklinde iddianameye eklendi.
1948 yılına gelindiğinde Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi Birleşmiş Milletler tarafından onaylandı. Böylece soykırım, sözleşmeyi imzalayan devletlerin “önlemeyi ve cezalandırmayı kabul ettiği” bir uluslararası suç olarak kabul edildi. Sözleşmede soykırım aşağıdaki gibi tanımlandı:
Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu, kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur:
(a) Gruba mensup olanların öldürülmesi,
(b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel ya da zihinsel zarar verilmesi,
(c) Grubun bütünüyle ya da kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek,
(d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla önlemler almak,
(e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek
Ne acıdır ki bu terim Yahudilerin başına gelen korkunç olaylardan sonra literatüre girmişken Yahudi Devleti İsrail son 10 gündür Filistin halkına yukarıdaki maddeleri içerecek bir saldırıda bulunuyor.
Dün İsrail Devleti’nin Gazze’deki El Ehli Baptist Hastanesi’ne yaptığı hava saldırısı sonucunda ilk belirlemelere göre içlerinde kadın, çocuk ve yaşlıların bulunduğu 500 kişi hayatını kaybetti.
Şunu net bir şekilde ifade etmek gerekiyor. Tıbbi birimlere saldırmak savaş suçudur.
I Numaralı Cenevre Sözleşmesi’nin 19. Maddesi ve sivil sıhhi birimleri düzenleyen IV Numaralı Cenevre Sözleşmesi’nin 18. Maddesi bunu net bir şekilde tanımlamıştır:
- Sivil ya da asker sağlık çalışanlarına saldırılamaz, zarar verilemez
- Sağlık çalışanlarının güvenliği sağlanmalıdır
- Kime hizmet ettiğine bakılmaksızın tıbbi olanaklar ve araçlar korunmalı ve yok edilmemelidir.
- Askeri operasyonlar sırasında sağlık kurumları haritada belirlenip, zarar görmemesi için önlem alınmalıdır.
- Bütün tıbbi birimlerde tanınabilir bir tıbbi amblem (Kızılhaç, Kızılay) bulunmalı, personel ve ulaşım olanakları yalnızca tıbbi amaçlarla kullanılmalıdır.
- Sağlık kurumları her zaman korunmalı, hiçbir zaman saldırılmamalıdır
- Sağlık kurumlarına (sağlık çalışanlarının kendini ve hastaları koruma amaçlı bulundurabilecekleri hafif silahlar dışında) hiçbir nedenle silahla girilemez.
- Tıbbi birimlerin asker ve silah bulundurma, gözlem noktası olma vb. amaçlarla kullanılması durumunda tüm ayrıcalıkları ortadan kalkar. Bu durumda bile kuruma saldırılacağı zaman önce uyarılır sonra kurumu boşaltmak için süre tanınır.
Yukarıdaki maddelerden görüldüğü üzere İsrail Devleti açıkça insanlık suçu işlemektedir. Bunun yanında Gazze’yi abluka altına alıp su, elektrik, yiyecek gibi temel ihtiyaçların temin engellenmesi Filistinlileri bir açık hava hapishanesinde ölüme terk etmek gibi görünüyor.
Tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen bu katliama Birleşmiş Milletler bir an evvel bölgeye Barış Gücü göndererek dur demeli ve İsrail Devleti bu yaşananlardan dolayı uluslararası hukuk nezdinde hesap vermelidir.
Bir önceki yazımda HAMAS’ın yaptığı korkunç saldırıyı, sivilleri öldürmesini eleştirmiştim. Sivillerin hiçbir şartta hedef alınmaması gerektiğini ifade etmiştim. Böyle eylemlerin terör eylemi olarak algılandığını ve Netanhayu’nun eline koz verdiğini de vurgulamıştım.
Ancak İsrail Devleti HAMAS’ı bahane ederek topyekûn tüm Filistin halkını cezalandırıyor.
Tüm dünyanın bu süreçte tepkisini göstermesi dünya düzenindeki kuralların her ülke için geçerli olduğunun hatırlanması açısından çok önemlidir.
Umarım Ortadoğu’daki bu kabus bir önce son bulur.