Avrupa'da aşırı sağ rüzgarı

İlker Yıldız

Avrupa Parlamentosu için Avrupa Birliği ülkeleri sandığa gittiler.

Benim tahminlerim aşırı sağcı partilerin ikinci sıraya yükseleceği yönündeydi ama korktuğum başıma gelmedi.

Bir konu hakkında öngördüğüm şeyler yanlış çıktığı zaman elbette her insan gibi üzülürüm ama ilk kez seviniyorum diyebilirim.

Her ne kadar Almanya özelinde yanılmamış olsam da Avrupa’nın genelinde aşırı sağın sanıldığı kadar yükselmemesi sevindirici bir durum.

Öte taraftan ölümü gösterip sıtmaya razı etmek misali “O kadar yüksek oy almadılar” diyoruz ancak bu aşırı sağcı partiler 10 yıl önce yüzde 1’i bulamayan partilerdi.

10 yıl içindeki oy artışları muazzam gerçekten. Yani evet ikinci büyük çoğunluk değiller belki ama oraya doğru emin adımlarla ilerliyorlar desek yanlış olmaz.

Almanya’da resmi olmayan sonuçlara göre CDU/CSU oyların yüzde 30,3 göre açık ara farkla kazanırken, aşırı sağcı AfD yüzde 15,6 ile en çok oy alan ikinci parti oldu. 2021 yılı Almanya Federal Meclisi seçimlerinde 10,3 oy olan AfD oylarını 5,2 puan arttırmış görünüyor. Hükümetteki koalisyonun en büyük ortağı konumundaki Başbakan Olaf Scholz’ün partisi SPD 14,1 oy oranı ile üçüncü parti olurken diğer ortaklar Yeşiller yüzde 12, FDP yüzde 5,3 oy aldılar. Bunun akabinde hükümete karşı erken seçim çağrılarının yapılacağı konuşulmaya başlandı.

Seçim sonuçlarının hemen ardından 6 siyasi parti lideri televizyonda canlı yayına çıkarken SPD eş başkanı Lars Klingbeil AfD için “Naziler” kelimesini kullandı. Almanya’dan gazeteci arkadaşım İpek Maya Saygın’ın belirttiği gibi hükümetteki büyük ortak, ülkedeki en büyük ikinci parti olarak böyle bir kelime sarf etmek SPD’nin zayıfladığının bir göstergesi.

Almanya’da bir siyasi partiye veya gruba direkt olarak Nazi diyebilmeniz için elinizde çok sağlam kanıtlar olması gerekiyor. Yine Saygın’ın ifadeleriyle anlatmak gerekirse “AfD’nin her üyesi, her üst düzey siyasetçisi Nazi değil. AfD, Nazi özentisi siyasetçileri olan, bazı teşkilatlarında Neonazi eğilimler görülen aşırı bir sağ parti. Almanya bir hukuk devleti. Anayasa Mahkemesi’nin kararı olmadan bu kadar keyfi şekilde bu kelimenin bir partinin çıkarları için kullanılması çok sorunlu.”

Öte yandan gerçekten AfD’nin Nazi olduğunu düşünüyorlarsa Anayasa Mahkemesi’ne suç duyurusunda bulunup partinin kapatılmasını talep edebilirler.

Bu arada geçen ay röportaj yaptığım DAVA Partisi lideri Fatih Zingal yeterli oyu alamadığı için Avrupa Parlamentosu’na giremedi.

Seçimin belki de en büyük sürprizi ise Fransa’dan geldi.

Aşırı sağcı Le Pen’in partisi Ulusal Birlik Partisi oyların yüzde 31,50’sini alarak Cumhurbaşkanı Macron’un partisini ikiye katladı.

Bunun akabinde Macron meclisi fesh ederek erken seçim kararı aldı.

Oy tercihlerinin değişmeyeceğini varsayarsak Fransa’yı çok yakın gelecekte aşırı sağcı Le Pen yönetecek diyebiliriz.

Aşırı sağın yükselişine ekonomi tabanlı yorumlar yapmak elbette mümkün ancak popülist açıdan bakıldığında Avrupa’nın kültür olarak çok farklı ülkelerden gelen “erkek müslüman göçmen” fobisi bu partilerin popülist söylemlerinin temelini oluşturuyor.

Avrupa’nın büyük şehirlerinde Hristiyan Avrupalı’nın alışık olmadığı kadar farklı renkte, farklı dilde ve dinde insan olması onların genel bir yabancı korkusuna kapılmasına neden oluyor. Bu da aşırı sağcı partilerin söylemleriyle destekleniyor. Evet yanlış okumadınız. Yabancı düşmanlığı değil yabancı korkusu yazdım.

İngiliz-Amerikalı Antropolog Ashley Montagu birçok davranışın ırkçılık değil yabancıdan korkma anlamına gelen heterofobi olduğunun altını çiziyor. Montagu’ya göre ırkçılık kendi ait olduğu milleti, ulusu veya ırkı (değişkenlik gösterebiliyor) diğerlerinden üstün görme olarak ifade edilirken, heterofobi yabancıları tehdit olarak algılayıp onları istememe, dışlama olarak ifade ediliyor.

Aslında Avrupa’da da Türkiye’de de gözlemlediğim şey bu. Tam olarak ırkçılık değil. Irkçılık çok daha sert, ağır bir kelime. Evet yabancı korkusu ırkçılığa evrilebilir ama aynı şey değil.

İşte tam da bu yabancı korkusu Avrupalıların aşırı sağa doğru yönelmelerine neden oluyor. Nitekim Avrupa’daki aşırı sağ ile Türkiye’deki aşırı sağ arasında temel bir fark var.

Türkiye’deki aşırı sağ partiler milliyetçilik odaklı olmaktan çok din merkezli partiler olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’deki aşırı sağ anlayışı biraz daha farklı seyrediyor. Örneğin Yeniden Refah için MHP’den daha aşırı sağci bir parti diyebiliriz.

Ancak Avrupa’da durum biraz daha farklı olabiliyor. Avrupa’nın bir çok ülkesinde din ekseninden bağımsız salt milliyetçilik üzerinden aşırı sağı tanımlamak mümkün. Öte yandan bazı ülkelerde de dindar partinin aynı zamanda milliyetçi olduğu da göze çarpabiliyor.

Türkiye’de ise kendini dindar olarak konumlandıran partiler “ümmetçilik” düşüncesi gereği milliyetçi olmak da zorluk yaşıyorlar.

Kaçak göç, sığınmacı gibi konular mevzubahis olduğunda da gelen kişilerin müslüman kimlikleri teknik olarak aşırı sağcı olan partilerimizin bu konuda herhangi bir itiraz göstermemesine neden oluyor.

Ancak Avrupa’da hem koyu Hristiyan hem de koyu milliyetçi bir partinin Afganistan’dan ya da Arap ülkelerinden gelmiş mültecileri ülkelerinde görmek istememeleri kendi içinde tutarlı bir yere oturuyor.

Sonuç olarak her ne kadar farklı terimler olsa da yabancı korkusunun ırkçılığa dönüşmesi çok kolay bir duygu olduğunun farkındayım ve Avrupa’da yaşayan Türkler için endişeleniyorum.

ALİ KOÇ YENİDEN BAŞKAN

Avrupa Parlamentosu seçimlerinden bahsetmişken Fenerbahçe başkanlık seçiminden bahsetmemek olmaz.

Ali Koç 3.kez Fenerbahçe Başkanı olarak seçildi.

Ancak bu yarış gerçekten Türkiye’deki kulüp başkanlığı seçimleri tarihine geçti demek abartı olmayacak.

Hemen her gün ulusal medya kanallarına çıkan başkan adayları birbirlerine söylemedik söz bırakmadılar. Seçime 12 saat kala ani bir kararla televizyonda karşı karşıya gelmeye karar verdiler.

Önce Now TV denildi, sonra Habertürk’te karar kılındı. Habertürk bu yayın için çok para verdi diyenler oldu.

Yayına gelen başkanlar televizyonu, moderatörü, izleyiciyi umursamadan kafalarına göre konuştular, reklama gidilmesine de araya girilmesine de izin vermediler sonra da “zengin kalkışı” yaparak kalkıp, gittiler.

Türk televizyonculuğu açısından rekor kıran ama rezalet bir yayın oldu.

Ben bir Fenerbahçe taraftarı olarak iki başkandan da bıkmış birisiyim esasında.

Ali Koç’un 2018 yılındaki seçimde kazanması istememin en büyük nedeni kendisinin eğitimli, prezentabl bir iş adamı olmasıydı. Aziz Yıldırım’ın o külhanbeyi tavrından sıkıldığım ve bunun Fenerbahçe’ye zarar verdiğini düşündüğüm için Türkiye’nin en zengin ailelerinden birinin oğlu olan Ali Bey’i desteklemiştim.

Ama sportif olarak da duruş olarak da beni hayal kırıklığına uğratan bir Ali Koç ile karşılaştım.

Ne zaman kameraların önüne çıksa Kurtlar Vadisi izleme hissi veren tavrı, konuşmaları, etrafındaki görevlilere olan saygısız davranışları beni rahatsız etti, etmeye de devam ediyor.

Bu son yayında bile milyonlarca insanın karşısında yanlarak oturmasını yakıştıramadım.

Benim gönlümden geçen Sadettin Saran’dı ama o da Ali Koç lehine çekilince, Mourinho hamlesi ve Acun Ilıcalı’nın ön plana çıkması ibreyi tekrar Ali Koç’a çevirmiş oldu.

Ne diyelim Fenerbahçe’ye ve Türk futboluna hayırlı olsun.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.