Birden bire üzerimize bastıran zam yağmuru aslında ekonomistlerin beklediği bir şeydi. Çünkü ekonomide vermek için almak, almak için de vermek gerekiyor. Oy almak için verilenleri yerine koymaktan söz etmiyorum yalnızca. Belirli bir süreç boyunca kaybolan değerlerin bir yerden çıkarılması da gerekiyor. Kimileri bütün bu kayıpların Karadeniz’de bulunan doğalgazla veya Gabar’dan fışkıran petrolle karşılanabileceğini ummuştu ama öyle olmadı. İğneden ipliğe her şeye gelen zamlar tek kaynağın vatandaşın cebi olduğunu gösterdi.
Son beş altı yıldır uygulanan ekonomi politikaları esas olarak bir yönetim zihniyetinin yansımasından ibaretti. Bu da anlaşılamadı. Çoğunluk kim olsa aynı sorunlar yaşanacaktı diye düşündü. Kimileri de başımıza gelenlerin uygulanan ekonomi politikalarıyla ilgisini kurmak istemedi. Dış güçlerin işi olduğuna inandı. Bütün bunlarla başa çıkabilmek için iş başındaki hükümetin etrafında kenetlenmek gerektiğini kabul etti. Söz konusu problemin sorumlusu olarak mevcut yönetimin yanlışlarını görenlerin bile bir kısmı “Onlar bozdu ama yine onlar düzeltebilir” görüşüne yatırım yapmayı tercih etti.
Nitekim seçim sathımailine girildiğinde iktidar kanadının ekonomide bozulanları yine kendilerinin onaracağına ilişkin vaatleri Mehmet şimşek ismiyle somutlaştırılarak sunulmuştu. Bunun da bir ölçüde etkili olduğu söylenebilir. Zira son tahlilde muhalefetin programında yer alan “Ekonomide yeniden rasyonel yönetimin tesis edileceği ve bilim dışı yaklaşımların terk edileceği” vaatlerini iktidar da sahiplenmiş oluyordu. İnsanların çoğu bunlara bakarak oy vermiş değil elbette ama genel anlamda muhalefetin vaatleriyle örtüşen bir beklentiyi iktidarın da üretebilmiş olması önemlidir. Bundan daha da önemlisi, gerek ekonomide gerekse başka alanlarda yaşanan sıkıntıların iş başındaki yönetim zihniyetiyle ilişkisinin kurulmamasıdır.
Bunun neticesi olarak “Kendi bozduğumuzu yine kendimiz tamir ederiz” vaadi bağlamında Mehmet Şimşek seçimden sonra göreve geldi ama bilhassa para politikalarının belirlenmesinde beklendiği ölçüde etkili olamamış göründü. Piyasaların beklentisinin altında belirlenen faiz oranları güven oluşturmaya yetmedi, kur yine fırladı, enflasyonun dizginlenmesinden ümit kesildi. Seçimden sonra Ortodoks ekonomi yönetimine dönülmesini bekleyenler boşuna beklediklerini düşünmeye başladılar. Bundan sonra Merkez Bankası’nın sembolik faiz kararlarıyla gidişatı durdurmak mümkün olamayacak. Yapısal önlemlere her zamankinden daha acil ölçüde ihtiyaç var.
Buna karşılık söz konusu yapısal önlemlerin yeterince gündeme getirilip tartışılmadığı ortada. Artık çok az sayıda ekonomi uzmanı bu konular üzerinde fikir beyan ediyor. Çünkü bunları konuşmanın bir anlamının olmadığını düşünüyor çoğu. İktidara destek veren ekonomi yazarları zaten ne yapılsa savunuyor, doğru yanlış diye ayırmıyor hiçbir icraatı.
Muhalefet kesiminde ise -yine yanlış bir muhalefet örneği olarak- işçiye, memura yapılan zamların enflasyonist etkisinden söz ediliyor boyuna.
Oysa muhalefetin işçinin, memurun maaşına yapılan iyileştirmelerden söz gelimi emeklinin neden aynı oranda faydalanamadığını sorması ve sorgulaması gerekirdi. Muhalefetten önce iktidarın diğer ortaklarının bu konuda inisiyatif alıp çözüm önermeleri dikkat çekici sayılmalı.
Öte yandan, asgari ücrete yapılan zamlara gelinceye kadar hangi yanlışların milli bütçede hangi deliklere yol açtığını anlatmalıydı muhalefet.
Bugünü bırakın, seçim sürecinde bile bunları anlatmadı muhalefet. Daha doğrusu anlatamadı. İktidarın başarıyla yürüttüğü karşı kampanya sayesinde konu bir türlü oraya gelmedi çünkü. Ancak konunun bir türlü vatandaşın gerçek problemlerine getirilmemesi iktidarın başarısı olduğu kadar muhalefetin de başarısızlığı demektir.
Önümüzdeki süreçte ise öncekinden çok daha zorlu bir sınav bekliyor muhalefeti.