Bakın, bugünlerde “yeni baştan” neleri konuşuyoruz: TSK’daki tarikat yapılanması iddiaları... Bazı cemaatler ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında imzalanan işbirliği protokolü… Bir TV dizisinin tarikat ve cemaat mensuplarını rencide ettiği için yasaklanması talepleri…
Yerel seçime doğru iktidar ile muhalefet arasındaki ihtilafı “din ve laiklik” sorunları zeminine oturtmak hangi tarafın işine yarar, belli. Bu bakımdan, anaokulunda ders veren cami imamı fotoğrafı veya “tarikat ve cemaatlerle işbirliği yapmaya devam edeceğiz” açıklamaları bir yere oturuyor.
Anaokuluna cami imamını getirip ders verdiren bakanlık yetkilileri pedagojik formasyonu olmayan kişilerin o yaştaki çocukların eğitimine katkısının ne olabileceğini bilmez değillerdir.
“İmamı okula sokmayı” dindarların yeni bir kazanımı olarak, hatta zaferi olarak, laiklerin kalelerinden birini daha fethetme başarısının fotoğrafı olarak göstermek istiyorlar herhalde. “Eğitim sistemini zaten siz yönetiyorsunuz, okullar sizin kaleniz. Ne isterseniz yapıyorsunuz” demenin pek bir anlamı yok.
İktidarın henüz tam olarak ele geçirilemediğini, bizden olmayanların elindeki kaleleri fethetmek gerektiğini, yoksa yarın başka birileri başa gelirse dindarların kazanımlarının elden gideceğini anlatmak istiyorlar tabanlarına. Buna göre söz gelimi anaokulunda cami imamının ders veremediği bir eğitim sisteminin varlığı bu yolda daha yapılacak çok işler olduğunun kanıtıdır!
Milli Eğitim Bakanı “Onlarla protokol yapmaya devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor. Onlardan siz bunun için rahatsızsınız” sözleriyle tartışmaya bir doz daha hamaset katmanın ötesinde sütten ağzı yanmış olan bir hükümetin yoğurtla münasebetini tartışmaya açmış oluyor.
FETÖ için de vaktiyle “Cemaat çocukların dağa çıkmasını engelliyor” denilirdi. Gördük ki kendileri dağa çıkmadan kaleyi içeriden ele geçirme peşindeymişler. Şimdi yeniden o eski “dağa çıkmayı engelleme” ifadesiyle anlatılan “bu yapıların bölücülüğün panzehiri oldukları” iddiası da zaten tartışma götürür.
Kaldı ki kendi asli görevleri olarak kabul edilen hizmetler bile bu oluşumların çoğunda asli iştigal sahası gibi görünmüyor. Toplumsal görünürlüğü olan tarikatların çoğunun bir yanda holding ölçeğinde devasa ticari işletmeleri var, öbür yanda ise bürokraside ve siyasette temsilcileri. Bu tablo tasavvuf, marifet, maneviyat, insan-ı kâmil gibi kavramların ifade ettiği anlam dünyasıyla pek uyumlu olmasa gerek.
Geçtiğimiz haftalarda kaybettiğimiz Mustafa Çalık 15 Temmuz hengamesinde yaptığı bir konuşmada şu ilkeyi hatırlatmıştı ilgililere: “Devlet geleneğimizin ve millî şuurumuzun esası şudur: Devlete tâlipseniz servete de mârifete de tâlip olmayacaksınız… Eğer servete talip olacaksanız, ne devlete talip olacaksınız ne de mârifete… Mârifete mi tâlipsiniz, o zaman ne devlete talip olacaksınız ne de servete.”
Sayıları ne yazık ki az olan sağlıklı örnekleri tenzih ederek söyleyeceğim, Türkiye’deki tarikatlar ve cemaatler böyle bir ilkeyi kabullenebilecek bir zihniyete sahip değiller. Olanlar da küçük bir azınlık durumunda. Çoğunluğun siyaset ve ticaret ile uğraşmaktan marifet hizmetleriyle ilgilenmeye vakti ve enerjisi kalmıyor zaten!
Bu halleriyle söz konusu yapıların -gelenekteki anlamıyla- tarikat olarak tesmiyesi bile problemli ama bunların konuşulması istenmiyor. Nitekim bir TV dizisinin yasaklanması talebiyle yürütülen kampanya da bu yapıların eleştiri karşısında pek toleranslı olmadığını gösteriyor. Kaldı ki -izleyenlerin aktardığına göre- söz konusu dizinin söylendiği şekilde dindarları veya tarikat mensubu kişileri topyekun kötü gösterdiği algısı abartılı görünüyor. Öyle olsa bile TV’lerdeki birçok dizide birçok kesimden insan kötü gösteriliyor.
Hangi biri için dizi yasaklandı şimdiye kadar?
Böyle bir durumda yapabileceğiniz şey sizin de tarikat mensuplarını iyi gösteren diziler çekmeniz olabilir.
Ki böyle diziler de çekiliyor. Zaten ana akım TV kanallarının ezici çoğunluğu sizin elinizde. İstediğinizi çekiyorsunuz. İstediğinizi iyi, istediğinizi kötü gösteriyorsunuz o dizilerde. Tarihi gerçekleri de ters yüz ediyorsunuz gönlünüzce.
Hatta halen cezaevinde bulunan Osman Kavala’nın yargılama süreci devam ederken dizisi yapıldı. Hem de devletin kanalında yayınlandı dizi. Yabancı devletler adına ajanlık yapan biri olarak gösterilen Kavala’nın yakınları diziyi RTÜK’e şikayet etti. Kurgudur, doğrudan adı anılmıyor, yapılacak bir şey yok denildi.
Şimdi tarikat mensupları kötü gösteriliyor diye başka bir dizi yasaklanır mı? Yasaklanabilir tabii. Burası çifte standartlar memleketi. Ama önemli olan bir şeyi yasaklamak veya boş verip ilişmemek değil. Bu itişmeden nasıl bir siyasi sonuç çıkacağı. Hangisi toplumsal kutuplaşmaya daha fazla hizmet eder görünüyorsa, hangisinin karşıt kampları daha çok kenetleyeceği düşünülüyorsa o yol tercih edilir.
Ancak, siyasetçilerin hesaplarından bağımsız olarak, tarikat ve cemaat bağlılarının toplumdaki eleştirel yaklaşımları daha soğukkanlı şekilde karşılayıp kendi içlerindeki problemleri çözme fırsatı saymaları daha iyi olurdu.
Bu cenahtaki yanlışlar, bozukluklar, çürümeler belki TV dizilerine konu olmadan önce, “özeleştiri” şeklinde ele alınması gerekirdi. Bu yapılmıyor, yanlışlar görülmüyor, kol kırılır yen içinde kalır felsefesinden vaz geçilmiyor. Sonra da “karşı taraftan” eleştirel bir yaklaşım gelirse hemen “mağdur” olunuyor! Yasaklama çağrıları, protesto kampanyaları yapılıyor.
Yanlış yapılıyor. Ama kendilerine yanlış yapıyorsunuz bile denilemiyor.