Millet tarafından kendilerine devlet kurumlarını yönetme yetkisi verilen iki zümre var. İlki memurlar, ikincisi siyasetçiler.
Memurlar veya bürokratlar görevlerini iyi yapamazlarsa siyasi otoritenin tecziyesiyle, ellerindeki yetkiyi suistimal ederlerse yasal yaptırımla yüz yüze gelirler.
Devlet makinasını çalıştırma görevi verilen siyasetçilerin ise yasal sorumlulukları çok sınırlıdır. Hatta neredeyse yoktur. Olsa olsa hırsızlık yolsuzluk gibi suçları işleyip cürmümeşhut halinde yakalanırlarsa mahkeme önüne çıkabilirler ancak.
Söylemeye gerek yok ki yolsuzluk öteden beri bu ülkedeki en büyük şikayet konusu. Mamafih bugüne kadar böylesi bir yüz kızartıcı suçlama sebebiyle yargılanmış çok az siyasetçi vardır. Olanlar da siyasi rakipleri tarafından hedef alındıkları için Yüce Divan önüne çıkartılıp itibarlarına zarar verilmek istenen kişilerdir çoğunlukla.
Siyasetçinin yasal sorumluluklarının sınırlı olması doğru bir tedbir aslında. Yasama kurumunun yargı kurumunun tehdidi altında bulunmasını önlemek kuvvetler ayrılığı prensibini ayakta tutmanın gereklerinden biri. Aynı şekilde “memurin muhakematı” düzenlemesi de bürokrasinin dış etkilerden korunması için düşünülmüş bir tedbir.
Zaten bizim problemimiz “yasal sorumluluk” konusuyla ilgili değil; Türkiye’deki asıl problem siyasetçinin “siyasal sorumluluk” taşımaktan uzak olması.
Mesela istifa kurumunun hiç işletilmemesi…
***
Yanlış işler yapan siyasetçilerimizin kimi Japon meslektaşları gibi harakiri yapmasını beklemiyoruz tabii ama hiç değilse Avrupa ülkelerinde olduğu gibi istifa edip kenara çekilebilirler. Böylelikle doğruyla yanlış arasında veya başarıyla başarısızlık arasında bir fark gözetildiği anlaşılmış olur. En önemlisi, devlet idaresinde yapılan yanlışların siyaseten de ödenmesi icap eden bir bedelinin olduğu kabullenilmiş olur.
Bu yapılmıyor, çünkü siyasi bedel ödenmesi beklentisinin yerleşip alışkanlık olması istenmiyor. Böyle bir uygulamanın küçükten büyüğe doğru bütün makamlara şamil bir beklenti oluşturması arzu edilmiyor.
Bunun yerine, ülkedeki yanlışlar konusunda dış güçleri suçlamak veya kabahati muhalefetin üstüne atmak daha tercihe şayan görülüyor.
Geçen gün KARAR.’ın manşetindeydi… Bankadan dolarla kredi çeken bir iş insanı döviz kurlarının astronomik seviyeye fırlaması üzerine borcunu ödeyemeyince mahkemeye düşmüş. Mahkeme “Madem dövizle kredi çektin, dövizle geri ödeyeceksin” demiş kendisine. Yargıtay’a gitmiş, orada da “Basiretli tacir dövizle kredi almanın sonuçlarını öngörmeliydi” hükmüne varılmış.
Yargı kararının haklılığı veya haksızlığı tartışılabilir elbette ama burada yargılama konusu olan sıkıntılı durumun başka bir sorumlusu daha yok mu?
“Merak etmeyin, döviz kuru kontrol altında” açıklaması yapan, “Kurda ralli olmayacak” diye söz veren, “Doların 5 lira, 10 lira olmasını çok beklersiniz” diyen siyasi yetkililer mesela…
Onların bir sorumluluğu yok mu bu işte?
Sözlerini tutmadılar veya tutamadılar neticede.
Hiç değilse bir özür borçları da mı yok?
***
Keza büyük deprem felaketinde yaşananlarla ilgili bir sorumlu da çıkmadı karşımıza. Adı üstünde doğal afet deyip geçemeyiz. Çünkü bu doğal afetin yıllar önce merkez üssüne, büyüklüğüne ve şiddetine kadar tahmin edildiği ve raporlandığı ortaya çıktı. Buna rağmen afete hazırlık için adım atılmadı, bilakis deprem beklenen yerlerdeki riskli binalar imar affından yararlandırıldı!
Bütün bunlar bir yana, depremin ilk üç gününde devlet afet bölgesinde adeta yoktu. Oradaki insanlar söylüyordu bunu. Arama-kurtarma çalışmalarına vaktinde başlanamadı, çadır tedarik edilemedi, ülkenin dört bir yanında toplanıp bölgeye gönderilen yardımlar ihtiyaç sahiplerine ulaştırılamadı…
(Bu arada devlet nerede diyen sesleri susturmak için Twitter kapatıldı, internet kesildi.)
İlgili kurumlarda ciddi manada bir hazırlıksızlık ve koordinasyon eksikliği olduğu ayan beyan ortadaydı.
Ama hiç kimse sorumluk kabul etmedi, hiç kimse özür dilemedi, hiç kimse istifa etmedi, herkes “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla depremin ilk anından itibaren bütün birimlerimizle bölgedeydik” şeklinde açıklamalar yaptı. Biz de ağzımız açık dinledik bu açıklamaları.
Milletin kendisine verdiği görev ve yetki çerçevesinde yaptıklarının veya yapmadıklarının sorumluluğunu üstlenmeyen bir siyasetçi profili tamamen bize özgü bir model. Bu toprakların ürettiği bir vâkıa.
Dolayısıyla da “Yaptığı yanlışlardan dolayı istifa etmiyorsa, çıkıp özür dilemiyorsa ne olacak?” sorusunun cevabını bulmak için bakabileceğimiz bir örnek yok dünyada.
Yapılabilecek tek şey seçmenin sandıkta hesap sormasıdır. Ancak seçmen de oy verip iktidara getirdiği kadroyu ülkenin başına gelenlerin sorumlusu olarak görmüyorsa söylenecek bir şey yoktur.
Artık bir sonraki seçim beklenecektir.