Bugünlerde yeniden hortlatılan saçma sapan bir söylenti var: Ali Babacan Yahudi asıllıymış, zaten halası dönme mezarlığında yatıyormuş. Demek ki hiçbir şey tesadüf değilmiş... DEVA lideri sert tepki gösterdi bu çirkin propaganda kampanyasına. Özellikle kendilerini dindar ve muhafazakar olarak tanımlayan kişilerin böyle yalan haberler yaymasının üzücü olduğunu söyledi. “Bu alçakça ve utanmazca iftiralar ne Müslümanlıkla ne de insanlıkla örtüşüyor” dedi. Başörtüsü mücadelesinin sembol ismi halası Hatice Babacan’ın da hayatta olduğunu hatırlattı.
AK Parti iktidarının ilk döneminde kendilerini “ulusalcı” diye tanımlayan bir kesimin yayınlarında dile getiriliyordu bu iddialar. Erdoğan için Rum, Gül için Ermeni, Davutoğlu için de Karay Yahudisi deniliyordu.
Şimdi iktidar yanlısı troller devralmış bu tezvirat mekanizmasını. Davutoğlu ve Babacan gibi “Eski AK Parti”nin önde gelen figürleri yollarını “Yeni AK Parti”den ayırmaya yöneldiklerinde karşılarına bu mekanizma çıkarıldı.
Bunlar yaptıklarının Müslümanlıkla örtüşmediğini düşünmüyorlar herhalde. Çünkü “harp hiledir” anlayışıyla hedefe ulaşmak için her yolun mübah olduğuna inanıyorlar. Üstelik bu yöntemin işe yaradığını da biliyorlar.
Aslında yapılan şeyin çirkinliğinden, ahlaksızca oluşundan ve bu kötülüklerin en yüce değerler adına yapılmasından daha vahim olan, bunların işe yaraması. Yani toplumun belirli kesimlerinin bu tür yalanlarla yönlendirilebilir oluşu.
Bir insanın Ermeni veya Yahudi olması elbette kusur değil. Gayrimüslim kökenli Türkler tarih boyunca olduğu gibi bugün de milli kimliğimizi zenginleştiren unsurlar. Ancak birçok Avrupa ülkesinde de asırlarca toplumsal birliği kemiren bir hastalık var ki bizim bünyemizde de etkisi epeydir fazla eksilmeden sürüyor.
Genel anlamda komploculuk, özelde ise Yahudi komplosu inanışı… “Başımıza gelen olumsuzluklar içimizdeki hainlerin ve her şeye muktedir dış güçlerin eseridir” inanışı…
İnsanlar neden komplo teorilerine inanmak ihtiyacı duyarlar? Mevcut gerçeklikten rahatsız oldukları, kabul edemedikleri için. Komplo teorileri bu insanlara kabul edilebilir buldukları “başka bir gerçeği” mevcut gerçeğin yerine geçirme imkânı verir. Peki, biz toplum olarak neden komplo teorilerine bunca meraklıyız? Neden gerçeklikle başımız hoş değil bizim? Nedendir bu bizdeki “alternatif tarih” merakı, “dış güçler” edebiyatı, “derin devlet” retoriği, Abdülhamid mitolojisi, “Yahudi tertibi” veya “Mason komplosu” teorileri?
Bunların “müşterisi” ülkemizde bolca bulunuyor, onun için satıcısı da bol. Zira partiler, örgütler, cemaatler, tarikatlar vs. kendi mensuplarını özgül amaçları doğrultusunda motive edebilmek için alternatif bir gerçeklik oluşturmaktan medet umabiliyorlar.
Birincisi bu. İkincisi ise toplumumuzun zihniyet yapısını şekillendiren faktörlerin bizi bu literatüre yatkınlaştırması: Milletimiz yakın dönemde dünyada örneği çok az görülebilecek yoğunlukta gelişmelere şahit oldu. Doğal yollarla gerçekleştiğini kabul etmekte zorlandığı büyük felaketlere maruz kaldı. Üç kıtaya hükmeden bir devlet kısa sürede dağıldı. Ancak başımıza gelenin ne olduğunu anlamaya çalışmak yerine olmadık sebepler ve mazeretler uydurmayı tercih ediyoruz. Kusuru kendimizde aramaya kalkışırsak kendimizi değiştirmek gerektiğini de kabul etmek zorunda kalacağız çünkü.
“Komplo teorileri Türklerin tarih felsefesidir” diye ironik bir tespiti var Şerif Mardin’in. Doğru ama şu da var ki Türk toplumunun zihnini ifsat eden Yahudi ve Mason teorileri aslında Avrupa’dan ithal. Hiç de yerli ve milli değil!
“Yahudi ve mason komplosu”nun ortaya çıkışı Fransız İhtilali’nin Avrupa başkentlerinde ve özellikle kraliyet saraylarında uyandırdığı şaşkınlık ve çaresizlik duygusuyla ilişkili kabul edilir. Daha basit ifade edecek olursak, Fransa’da monarşinin ve din adamlarının halkın ayaklanması sonucunda egemenliklerini kaybettiklerini kabule yanaşmayanlar, yani bu olayın gerisinde birtakım ciddi toplumsal gerekçelerin bulunduğunu görmek istemeyenler işin içinde bit yeniği arayıp buldular: Yahudiler ve Masonlar yapmıştı ihtilali.
Bu “izah” çok tuttu ve kıta boyunca yayılıp muhafazakâr muhitlerde hararetle benimsendi. Bu “izah” olmasaydı Avrupa şehirlerinde değişen toplumsal yapının yeni problemlerini, ihtiyaçlarını ve arayışlarını görmek gerekecekti. Üstüne üstlük Saray’ın ve Kilise’nin hataları, kusurları, yetersizlikleri tartışılmak zorunda kalacaktı.
Batı Avrupa topraklarında doğan bu Yahudi-Mason komplosu literatürü zaman içinde bize kadar geldi ve hararetle benimsendi, biliyorsunuz. Önce 1908 Devrimi’nin toplumsal dayanağını ve siyasi sebeplerini görmek veya itiraf etmek istemeyen Yıldız Sarayı’nın taraftar çevresi sarıldı bu hikâyelere. Ardından Cihan Harbi yıllarında İngilizler egemenlikleri altındaki ülkelerin Müslüman nüfusunu Hilafetin de merkezi olan Osmanlı’ya karşı mesafeli tutmanın hatta bunları Çanakkale’ye getirip savaştırmanın yolunu “Yahudi ve masonların kontrolündeki Jön Türkler” propagandasıyla bulmuşlardır. Cumhuriyet döneminde ise yaşanan dönüşümlerden memnuniyet duymayan ama kendileri de topluma “geçmişe dönmek” dışında bir alternatif sunamayan kesimlerde baş gösterdi komplo teorilerine eğilim.
Sonuç itibarıyla toplumun zihniyetine sirayet etmiş olan böyle bir hastalık dolayısıyla “Falanca Yahudi’ymiş, filanca Dönmeymiş” gibi basitlikler siyasette araç olarak kullanılabiliyor.