Ukrayna topraklarını yutma girişimi başlatan Moskova’ya karşı uluslararası kamuoyunda beklenmedik derecede geniş bir tepki oluşmuş görünüyor. Dünyanın birçok köşesinde çok kalabalık meydan toplantıları, geniş katılımlı gösteri yürüyüşleri düzenleniyor; Ukrayna halkının direnişine destek giderek büyüyor.
Buna bağlı olarak da sekiz yıl önce Ukrayna’ya bağlı Kırım yarımadasını işgal ve ilga ettiğinde Rusya’ya yönelik olarak sadece kınama mesajları yayınlayan Batı ülkeleri bu defa ciddi bazı yaptırımları da masaya getirdiler.
Uzmanlara göre, bu yaptırımların Rusya üzerinde yıkıcı etkileri görülebilir. Ancak Rusya’yı asıl zor durumda bırakan gelişme bu yaptırımlardan ziyade Ukrayna’nın direnişinin kararlılıkla sürmekte oluşu. Moskova anlaşıldığı kadarıyla hızlı bir istila harekatıyla Kiev’i kontrol altına alıp yönetimi değiştirerek kısa zamanda sonuca ulaşmayı planlıyordu…
Ukrayna ordusu, Putin’in beklentisi hilafına, hiç dağılmadan hükümetiyle uyum içinde savunma savaşını sürdürmekten geri durmadı. Ama özellikle sivil halkın da son seçimde yüzde 73 oyla seçtiği yönetimin arkasında direnişe omuz vermesi dengeleri değiştirdi. Bu saatten sonra Rus silahlı kuvvetlerinin bariz teknik üstünlüğü sayesinde Ukrayna’nın tamamının işgali tamamlansa bile bunun Moskova hesabına bir zafer anlamı kazanması mümkün olmayacak. Jeopolitik kaygı ve gerekçelerle ele geçirmesi gerektiğini düşündüğü Ukrayna tam aksine Rus dış siyasetinin bir anlamda prangasına dönüşecek. Yalnızca petrol ve doğalgaz ihracatına dayalı ekonomik gücünün sürdürülebilirliği yara alacak.
Putin dünya kamuoyunu ayağa kaldıran işgal girişimiyle iki büyük hata daha yaptı: İlk olarak Avrupa’yı birleştirdi, neredeyse ekonomik partneri durumundaki Almanya’yı bile Rus karşıtı koalisyonun içine itti. (Aynı şekilde Yunanistan’ın durumu için de “bile” demek gerektiği açık…) İkincisi, çoktan Avrasya bölgesini ikinci plana itip Asya-Pasifik bölgesine yoğunlaşmış olan ABD’yi yeniden kendi üzerine çekti.
İlk gün Moskova’ya destek açıklaması yapan Pekin’in bilahare pozisyonunu hızla değiştirmiş olması da anlamsız değil. Dünya kamuoyundaki yaklaşımın netleşmesiyle birlikte zaten sırtında Doğu Türkistan politikasının yükü olan Çin bir de Rusya’nın yüküne ortak olmayı göze alamamış olmalı. Ayrıca elbette ABD ve Avrupa’nın dikkatlerinin Rusya’ya dönmesi de Pekin için kazanç olacaktır.
Ekonomik, askeri ve diplomatik gücüyle Rusya’yı kat kat geride bırakmış olan “Asya devi”nin dahi böylesine temkinli hareket etme zorunluğu duyacağı kadar kritik bir noktaya ulaşan Ukrayna sorunu Rusya için büyük bir bataklığa dönüşme riski gösteriyor.
***
Peki, Ankara’nın bu mesele karşısındaki tutumu nasıl değerlendirilmeli? Bir defa, Türk kamuoyunda Karadeniz’in öbür yakasında olanlara yönelik tepki Batı ülkelerindeki kadar güçlü değil. (Bunun sebepleri ayrı bir tartışma konusu. Nitekim geçen gün burada tartıştık bunu.) Dolayısıyla hükümetin tepkisinin de içerideki atmosferin ötesine geçmemiş olması normal sayılabilir.
Diğer yandan, Rusya ile her halükarda iyi geçinmemizi gerektiren bazı bagajlarımız var maalesef. En başta Suriye’deki durum. Ancak yine de bir ülkenin başka bir egemen ülkenin toprağını ele geçirme girişimi karşısında “Biz ikisinden de vaz geçmeyiz” açıklaması yapmak hoş olmadı.
“İki ülkeyle de ilişkilerimiz bizim için değerli ama bir işgal girişimini kabul edemeyiz” denmeliydi en azından. Gerçi sonraki günlerde biraz daha net ifadeler kullanıldı işgalin kabul edilemez oluşuna dair. Ne var ki Rusya’nın Avrupa Konseyi’nden çıkarılması yönündeki girişime karşı Türkiye’nin çekimser oy kullanması bir başka vahim yanlış olarak tarihe geçti.
Türkiye'nin 1958’de BM'deki Cezayir'in bağımsızlığı oylamasında Fransa’nın yanında yer alarak çekimser oy kullanması kabilinden bir skandal bu da. İşgal altındaki Cezayir’in bağımsızlık mücadelesine o gün belirli kaygılarla mesafeli durmayı seçen Türk hariciyesi bugün de bir başka tarihî yanlışa imza attı.
İki konu arasındaki hukuki ve siyasi benzerlikler veya farklılıklar bir yana, bugünkü şartlarda üniter bir devletin egemenliğinin güç kullanarak çiğnenmesini -ve dahası terörist ayrılıkçılığı- en net biçimde reddetmesi gereken bir ülkenin böyle bir durum karşında çekimserlik göstermesi olacak şey değil.
***
Dış politika sorunlarının hızla iç politikanın malzemesine dönüştürüldüğü son on yıl içinde dışarıdaki tıkanmanın sonucu olarak kotarılan jeopolitik realitelere aykırı Rus ittifakı bizim bugünkü zorluklarımızın ana kaynağı. NATO üyesi olarak sahip olduğumuz rol ve bununla bağlantılı milli çıkarlarımız bir yanda, Moskova’yı hoşnut etme zorunluğumuz öbür yanda.
Şimdilik iki tarafı da idare ediyoruz ama her iki tarafı da aynı anda idare etmenin mümkün olamayacağı bir aşamaya gelindiği takdirde sıkıntıların daha da büyüme riski var. Söz gelimi Ukrayna’ya -ve bu arada bütün dünyaya- Montreux gereğince Boğazları Rus savaş gemilerine kapatacağımızı söyleyip sonra da hangi gerekçeyle olursa olsun bunu yapmazsak uluslararası saygınlığımız yara alacaktır.
Öyle görünüyor ki giderek kırılganlaşan bu politikayı “her iki tarafı aynı anda idare etme” yöntemiyle sürdürmek artık iyice zorlaşıyor. Ukrayna krizi belki de dış politikamızın milli çıkarları önceleyen bir bakış açısıyla yeniden rasyonel esaslara oturtulması için bir fırsat olur…