Afrin’de Zeytin Dalı Harekatı’nın başladığı günlerde bir yazı yazmıştım, “Hem siyasi hem askeri başarı” diye…
“Uzun bir hazırlık süresi içinde planlandığı anlaşılan operasyonun askeri bakımdan başarısı, konuyla ilgili uzmanların ortak tespiti. Siyasi bakımdan ise harekâtın Türkiye için dış politika kazanımlarına dönüşebilecek sonuçlar getirmesi mümkün ve muhtemel görünüyor” demiştim.
O yazıya sağdan soldan bazı itirazlar geldi, erken bir kutlama yaptığım ileri sürüldü. Oysa bugün gelinen noktada konunun hem siyasi hem de askeri yönünün çok iyi düşünülmüş ve hazırlanmış olduğu herkesin kabul ettiği bir vakıa artık. Çünkü bölgedeki terör unsurları bütünüyle tasfiye edilirken Mehmetçiğimizin korkulanın altında bir kayıpla tamamladığı, üstelik sivillerin neredeyse burnu kanamadan gerçekleştirilip sonuca ulaştırılmış bir askeri harekattan söz ediyoruz.
Kuşkusuz, YPG unsurlarının Afrin şehir merkezinde bir direniş göstermekten kaçınmaları bu sonucu kolaylaştırdı ama bunun da esas itibarıyla Türkiye’nin hem askeri hem de siyasi çabaları sayesinde gerçekleştiğini kabul etmek gerekiyor.
İyi kötü bir mukayese imkânı vermesi bakımından ABD’nin 11 Eylül sonrası günlerde Afganistan ve Irak’ta gerçekleştirdiği askeri işgal operasyonlarını hatırlayın. Irak Savaşı’nın ABD’ye maliyeti 3 Trilyon Dolar olarak hesaplanmıştı. Afganistan işgalinin faturası ise 1 Trilyon Dolar. Amerikalıların yalnızca Irak savaşında kaybettikleri asker sayısı yaklaşık 5 bin. Bu savaş sırasında hayatını kaybeden Iraklı sivillerin sayısı ise 1 milyon.
Bu kanlı işgallerin siyasi faturası ayrı bir konu ama en basitinden bugün bütün dünyayı uğraştıran IŞİD’in doğuşu da Amerikan işgalinin siyasi sonuçlarından biri. Dönemin çılgın “neo-con”larının sahneye koyduğu akıldışı hamlelerin bölgedeki fay hatlarını tahrip etmesi neticesinde oluşan dolaylı sonuçlardan biri de Suriye iç savaşı ve devamında burada oluşturulmak istenen yapay devlet projeleri.
H H H
Bu çerçevede Türkiye’nin yaklaşık 40 yıldır uğraştığı ve ancak son 10 yıl içinde radikal çözümler geliştirmeye çalıştığı “Kürt Sorunu”nun geldiği çözümsüzlük noktasından meseleye bakmamız gerekiyor. Ankara’nın çözüm uğruna -bazı güvenlik risklerini göze almak da dahil olmak üzere- bütün yaptıklarına rağmen, birilerinin kulağına üflediği Rojava vaatlerinin peşine takılıp “bir gece ansızın” çözüm masasını deviren PKK-HDP yapılanması kendi eliyle kendi lehine işleyen paradigmayı ters yüz etti.
Suriye’nin somut demografik yapısı itibarıyla etnik temelde bir federatif bölgenin ortaya çıkması iç savaşın doğal sonuçlarından biri olarak kabul edilebilir elbette ama böyle bir antitenin Türkiye’yle çatışarak var olması düşünülemez. Üstelik Türkiye ile çatışmasına ihtiyaç da yokken... Buna mukabil Ankara ile dost bir yapının hem kendi geleceği hem de Türkiye’deki Kürtlerin huzuru garanti altında olurdu. PKK bunu yapmadıysa başka hesaplarla (veya başkalarının hesaplarıyla) maniple edildiği için yapmadı.
En başta Rusya tarafından kurdurulan ve Moskova’nın kontrolünden hemen hiç çıkmayan, diğer yandan en azından bazı unsurları zaman zaman ABD kontrolüne girebilen ve Avrupa istihbaratlarınca yönlendirilebilen bir örgütün aslında kendi halkının çıkarları doğrultusunda kararlar alabilmesi zor çünkü.
Bu analizimi PKK’nın çözüm sürecini bitirip “devrimci halk savaşı” başlattığını ilan ettiği günlerde de paylaşmıştım. Komplo teorilerinden her zaman uzak durmaya çalışan biri olarak bu analizi yaptığımı da özellikle vurgulama gereği duymuştum.
***
Afrin Harekatının başarısı bir kere daha gösterdi ki bu bölgede Türkiye’yi hesaba katmadan yapılan hesaplar çarşıya uymuyor.
Sırtını Afrin’de Rusya’ya, Kobani’de ABD’ye dayayan PKK ve yandaşları bölge dışı güçlere güvenerek kendi amaçlarına ulaşmalarının mümkün olmadığını, başkalarının hesaplarına ettikleri hizmetle kalacaklarını bir kere daha deneyimleyerek öğrendiler. Şimdi bölgedeki ve Türkiye’deki Kürt seçkinlerinin bu tecrübenin artık son olması için ne yapmak gerektiğine kafa yormaya ihtiyaçları var. Mesela yarın Kobani ve Cezire kantonlarında karşılarına çıkacak bir problemde daha rasyonel bir tutum geliştirmek gibi…
Genel anlamda ise 19. yüzyılın etnik devlet modasının peşinden gençleri ölüme sürüklemek yerine daha gerçekçi ve kendi insanlarının mutluluğunu gözeten bir siyaseti gündemlerine alabilirlerse iyi yaparlar.