ABD’de popülist siyasetçi Trump’ın başkanlık seçimini kazanmış olması elbette herkesi ilgilendiren bir gelişme; çünkü bütün dünyayı şu veya bu ölçüde etkileyecek Amerikan halkının yaptığı bu tercih. Ama bu durum daha çok Amerika’nın dünya üzerinde oynadığı rolle ilgili. Yani mesela bu ülkenin dış politikasında müdahaleci yaklaşımın başka ülkeler üzerindeki muhtemel etkileriyle izolasyonist bir politikanın etkileri aynı olmayacağından Beyaz Saray’da kimin oturacağı önem taşıyor. Özellikle kriz bölgelerinde ABD’nin tutumu belli ölçülere kadar bir belirleyiciliğe sahip. Aynı şey Washington’ın alacağı ekonomik kararların ve uygulamaların uyandıracağı etkiler için de geçerli. Bunlar konunun malum kısmı…
Ne var ki Trump olayında yine Amerikalıların dışında başkalarını da ilgilendiren bir boyut daha var. Liberal demokrasi diye adlandırılan sistemin kaptan gemisi durumundaki ABD’de “sistemin dışından” bir aktörün işbaşına gelmesi sisteme yönelik toplumsal bir itirazın, dolayısıyla sistemin işleyişiyle ilgili bir problemin mevcudiyetinin habercisi.
***
Hangi problemden söz ediyoruz peki? Günümüzün önde gelen bilgin ve düşünürlerinden Daron Acemoğlu seçimden bir gün önce Foreign Policy’de çıkan yazısında bu sorunun cevabını vermişti. Geçenlerde Taha Akyol’un da köşe yazısında dikkat çektiği bu makale esas itibarıyla “Milletlerin Düşüşü” müellifinin özgün görüşlerini bilenler için yeni bir şey söylememekle birlikte, “kapsayıcı-dışlayıcı kurumlar teorisi”ni ABD’de bugün yaşanan siyasi krizi açıklama yolu olarak kullanması bakımından önemli.
Geçtiğimiz yıllarda Cumhurbaşkanlığı Büyük Ödülü’ne de layık görülmüş olan dünyaca ünlü ekonomi bilginimiz Daron Acemoğlu İngiliz meslektaşı James Robinson ile birlikte kaleme aldığı “Why Nations Fail” (Niçin [Bazı] Milletler Başaramaz) kitabında toplumların ekonomik refahının ve öteki toplumlar üzerindeki siyasi üstünlüklerinin kültürle veya coğrafyayla ilgisi olmadığını söyler. (Eser dilimize “Ulusların Düşüşü” adıyla çevrildi.)Milletlerin, yani devletlerin bu manada başarılı olup olmamasını toplumların “kapsayıcı” kurumsal yapılar oluşturabilme kabiliyetine sahip olup olmamasına bağlar. Buna göre toplumun bütününü kapsayıcı nitelikte ekonomik ve siyasi kurumlara sahip olan milletler “başarıyor”; kurumları kapsayıcı olmayan milletler ise başaramıyor.
***
Çevirisini bugünkü Karar’ın “Görüşler” sayfasında okuyacağınız son makalesinde işte bu tezini günümüz Amerikan sistemine uyguluyor Acemoğlu ve diyor ki özetle: “ABD kapsayıcı kurumları olduğu için, özel mülkiyeti koruduğu için, inovasyonu teşvik ettiği için, piyasanın tekellerin kontrolüne geçmesine mâni olacak ve toplumdaki herhangi bir kesimin diğerlerini baskı altına almasını önleyecek bir hukuk düzenini işletebildiği için başarılı(ydı). Yani ekonomi, hukuk, eğitim gibi kurumların işleyişinde toplumun tamamının eşit haklara sahip olmasını temin eden; hiçbir zümreye imtiyaz tanınmasının veya dışlanmasının söz konusu olmadığı kapsayıcı bir düzen vardı. Ancak son zamanlarda bu işleyişin bozulması, eşitsizliklerin artması, imtiyazlı kesimlerin ortaya çıkması vs. Trump Amerika’sını getirdi.”
Acemoğlu, yanlış anlaşılmasın, Trump’ı Amerika’daki bozulmanın panzehiri veya toplumun buna karşı tepkisinin ifadesi olarak değil, bu bozulmanın devamı ve kapsayıcılıktan uzaklaşmanın son evresi olarak görüyor.
***
Elbette ABD hâlâ eğitimde, hukukta, ekonomide Acemoğlu’nun dışlayıcı dediği modellerden biri sayılmaz. Ancak korkulan olursa, yani kurumların bağımsızlığı ve vatandaşların eşitliği gibi bugünkü Batı toplumlarının “başarı”sının temelini oluşturan değerlerin Trump döneminde yıpranması söz konusu olursa Amerikan sisteminin çoktandır kehanetlere konu olan çöküşü başlamış sayılabilir. Aynı tehlikenin Batı dünyasının geneli için de geçerli olduğunu söylemeye bile gerek yok. Ne var ki Batı dünyasıyla rekabet etmek isteyen veya o dünyaya katılmak isteyen bizim gibi ülkelerin de Batı’nın çöküşünü beklemek gibi bir lüksü yok. Dolayısıyla bugünlerde yeni anayasa, başkanlık rejimi gibi konularda atmaya hazırlandığımız adımları bu çerçevede değerlendirerek atmamız gerekir. Yani güncel siyasi hesaplarla değil, kurumlarımızın kapsayıcılığını temin edecek ve dışlayıcı uygulamalara geçit vermeyecek bir anayasal düzenin hepimizin geleceğine sigorta olabilmesi doğrultusunda yapılmalı bu tartışmalar.