Son kırk yıldır maruz bulunduğumuz, etnik ayrılıkçı terörün başarıya ulaşamamış olmasında en büyük pay PKK ile Kürt vatandaşlarımızı birbirinden titizlikle ayıran dilin her şeye rağmen terk edilmemiş olmasındadır.
Kürtlerle PKK’yı eşitleyen bir dil ise etnik bölücülüğün önündeki en büyük seti yıkabilecek bir dinamit potansiyeli taşıyor. Bir önceki seçim döneminde kullanılan “Yallah Kürdistan’a” retoriğinden daha tehlikeli bir dilden söz ediyoruz.
Unutmayalım ki Türkiye’deki Kürt etnik varlığının istismara açık hale gelmesinin de başlıca sebebi Kürtlerin -en azından bir kısmının- millet bütünlüğünün eşit parçası olarak görülmedikleri hissine kapılmaları olmuştur. Bu bakımdan devleti yönetme sorumluluğu üstlenmiş kişilerin bu ülkenin Kürt vatandaşlarını etnik ayrılıkçı hareketlerin istismarından korumaları terörle mücadelenin de esasıdır.
Şu da var ki etnik bölücülük davası hesabına askeri, polisi, sivil insanları, hatta masum çocukları acımadan katleden kanlı PKK terörü Türkiye’de bir etnik çatışma atmosferi yaratmayı başaramadı. Toplumun mayasındaki güç buna engel oldu şimdiye kadar. Kürtler adına işlendiği iddia edilen cinayetleri asla Kürtlere mal etmedi milletin kahir ekseriyeti.
Hal böyleyken, toplumun genelindeki PKK nefretini siyaset malzemesi yapmak isterken Kürt kökenli vatandaşlarımızı dışlayan, hatta terör örgütüyle eşitleyen bir dil ve üslup kullanmak nasıl bir sonuca yol açabilir, bir düşünelim hep beraber.
***
Aslında meselenin temelinde bir zihniyet zaafı var. Milli kimliği, daha doğrusu “millet olma” nosyonunu anlama veya anlamlandırma zaafı. Bu da büyük ölçüde sosyolojik bir problemin tezahürü. Türk toplumunun sosyo-ekonomik gelişmesi modern anlamda milletleşme safhasına geçişe izin verecek seviyeye ulaşmadığı için etnik kimlik/milli kimlik ayrımının yapılabileceği bir kültürel zemin oluşmadı bir türlü.
Millet kavramını bugünkü sosyolojik anlamının çok gerisinde, kabile/aşiret mensubiyetine dayalı geri bir anlayışla yorumlamakta ısrar eden bölücü hareketin belirli bir taban bulmasında bizim ulus-devlet kavramını, daha doğrusu millet kavramını doğru bir şekilde yorumlamaktan özellikle belirli dönemlerde uzak düşmemizin de payı var.
İnsan doğasında yer alan bir özellik olarak milliyetçilik kişinin mensup olduğu topluma karşı hissettiği aidiyet -ve sorumluluk- duygusudur. Bu doğal duygu toplumda birleştirici işlev de görebiliyor, ayırıcı da olabiliyor. Sosyolojik anlamda millet bilincine erişenleri birleştiriyor, bu aşamaya ulaşamayanları etnikçilik, kabilecilik, cemaatçilik, hemşehricilik gibi dar grup aidiyetleriyle sınırlandırıyor ve modern toplum hayatında problemlere yol açıyor.
***
Son dönemde PKK terörü dolayısıyla yeniden karşımıza çıkan kimlikler problemi konusunda ise bu defa ülkeyi yöneten kadrolar ve toplum seçkinleri milli kimliği inkâr etmekle etnik grupları yok saymak arasında gidip geliyorlar. Oysa modern anlamıyla “millet” son tahlilde devleti olan topluluk demektir. Ortada bir devlet varsa bir de millet vardır. Dünya üzerindeki milletlerin büyük kısmı çok etnilidir. Yani birden fazla etnik kimlikten oluşur milletler. Ama etnik kimlik ayrıdır, bu etnik kimliklerin hepsinin birden içinde yer aldığı milli kimlik ayrı. Bir devletin vatandaşı o devleti teşkil eden milletin bir ferdidir.
Türkiye’de sosyoloji biliminin kurucusu olan Ziya Gökalp aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin de en büyük teorisyenidir. Gökalp “ırk atlarda olur” diyerek, millet kimliğini bırakın, etnik kimliğin bile soy değil kültür esaslı olduğunu açıklamıştı. Ama Gökalp sonrası dönemde –birtakım konjonktürel sebeplerle– kafatası ölçmeye varan sağlıksız bir anlayış kısa bir süre için de olsa devlet yönetimine egemen oldu. Ondan sonra ise 1950’li yıllarda başlayan iç göçün ve çarpık şehirleşmenin imparatorluk bakıyesi bir toplumdaki millet bilinci oluşumunu çok olumsuz etkileyen toplumsal sonuçları devreye girdi.
Netice itibarıyla bugün Türk toplumunun ciddi bölümü etnik kimlik/milli kimlik ayrımı yapamıyor. Türk kimliğinden söz edildiğinde bunu çoğunlukla soy birliğine dayalı bir aidiyet olarak anlıyor. Bu anlayışın eğitimle veya egemen söylemle ilgili bir boyutu var muhakkak. Ancak şu da var ki toplum seçkinleri ve bu arada siyasetçiler, sokaktaki adamın dilini konuşmayı tercih ettiklerinden olsa gerek, “Türk milleti bin yıllık tarih boyunca bu topraklar üzerinde yaşayan farklı etnik grupların ortak bir kültür ve ortak idealler etrafında kaynaşarak oluşturdukları topluluğun adıdır” diyemiyorlar bir türlü. Böylesi bir yaklaşım gösterilmeyince de kendilerini millet bütünlüğünden dışlanmış gören toplum kesimlerinin bölücü hareketlere taban oluşturması önlenemiyor. İşin içine siyasi çıkar duygusu girdiğinde ise çözümsüz ve tehlikeli bir sarmal oluşuyor.