Sizce de adayların televizyon tartışmasını fazla büyütmedik mi? Millet İttifakı adayı İmamoğlu ile Cumhur İttifakı adayı Yıldırım hakkındaki kanaatlerimizin seçime birkaç gün kala değişmesini beklemek ne kadar gerçekçi?
Moderatör olarak belirlenen meslektaşımızın yayından önce adaylardan biriyle telefonda, öbürüyle ise yüz yüze görüşmüş olması tuhaf elbette. En azından şık değil. Ama buradan nereye varılabilir?
Programda sorulacak soruların adaylardan birine önceden verilmiş olduğuna dair iddia da aynı derecede tuhaf değil mi?
Bilgi yarışması değil ki bu. Böyle bir yayında taraflara sorulabilecek sorular bellidir zaten. Sürpriz bir soru da çıkmadı üstelik!
Dahası, diyelim ki Moderatör programda soracağı soruları adaylardan birine önceden vermeye karar verdi… Bu işi İstanbul’un göbeğindeki bir otelde o adayla buluşup yüz yüze görüşmeden yapmasının daha makul ve mantıklı yolları yok mu? Whatsapp kullanmıyorlar mı mesela?
Bir şey daha var: Yayının ardından “Yıldırım ezdi geçti, İmamoğlu’nu Yıldırım çarptı vs” diye başlıklar atan bazı refiklerimizin bir gün sonra fikir değiştirip “moderatör taraflı davrandı” diye, veya “muhakkak soruları önceden almışlardır bunlar” vs. diye yazmaya başlamaları da tuhaf ayrıca.
Programın moderatörlüğü için önce Uğur Dündar’ın, o kabul etmeyince İsmail Küçükkaya’nın AK Parti tarafından ısrarla istenmiş olması nedir peki? Öngörüsüzlük mü? Bile bile lades mi? Başka bir şey mi?
***
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım... Burada asıl problem AK Parti’nin alışıldık siyaset dilini ve seçim stratejilerini göremediğimiz kampanyanın kendisinde.
Dikkat ederseniz, sürekli negatif mesajlar veriyor iktidar cephesinin sözcüleri. Binali Yıldırım’ın kampanyasının ana ekseni Ekrem İmamoğlu’nun niçin İstanbul Belediye başkanı olmaması gerektiğini İstanbullu seçmene anlatmak üzerine kurulu. Merkezde İmamoğlu var yani.
Bunun tam tersi olmalı değil miydi? Zira bu post için aday olarak Yıldırım’ın tercih edilmesi “icraatçı” ve “tecrübeli” kimliğinden dolayıydı. AK Parti veya Cumhur İttifakı, kendi adaylarının bu yönlerini öne çıkarmak istiyorlar istemesine ama yine de kampanyanın eksenini İmamoğlu’na yönelik negatif reklam oluşturuyor. Oradan bir türlü çıkamıyorlar.
AK Parti kampanyasındaki hücum taktikleri bile en az savunma modelleri kadar oyunun merkezinde İmamoğlu’nun yer aldığını kabul etmeye yönelik… Belki de kampanyanın yöneticileri İmamoğlu’nun 31 Marttaki seçimin gerçek galibi olmadığı iddiasına kendilerini de inandıramamış durumdalar…
***
Diğer taraftan, Cumhur İttifakı’nı oluşturan partilerin liderlerinin İstanbul’da Binali Yıldırım’ı “yalnız bırakmamaları” da ilk bakışta olumlu gibi görünse de konuştuğumuz bağlamda bir katkı yapmıyor kampanyaya.
Bakın, CHP lideri Kılıçdaroğlu ile İYİ Parti lideri Akşener seçim sürecinde İstanbul’da partilerinin teşkilatlarının başındalar. Ama adayları Ekrem İmamoğlu’ndan rol çalmadan bunu yapıyorlar.
Buna mukabil, “mitilini” İstanbul’a sereceğini söyleyen MHP lideri Bahçeli’nin kısa süreli ziyareti belki fazla etkili olmamıştır ama, AK Parti lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, tıpkı 2015’de yenilenen genel seçimde olduğu gibi, İstanbul’daki bu ikinci seçimde sahaya inmemeye yönelik stratejinin terk edilmesi Binali Yıldırım’ı bir anlamda gölgede kalmaktan kurtarmıyor.
Erdoğan’ın baştaki stratejiyi terk edip yeniden sahaya inmesinin daha başka sakıncaları da var. Birincisi, “işlerin iyi gitmediğine” dair algıyı güçlendirmesi… İkincisi ve çok daha önemlisi, seçim sonucunun arzu edilen istikamette gerçekleşmemesi durumunda bunun bir belediye başkanlığı seçiminin kaybedilmesinden çok daha öteye taşınabilecek olması…