PKK’nın Kuzey Suriye’deki varlığını sınırlandırarak sınırımızın öbür yanında bir güvenli bölge oluşturmak amacıyla düzenlenen ve geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkan Yardımcısı Pence arasında yapılan görüşmede kararlaştırıldığı üzere 120 saatliğine ara verilen Barış Pınarı Harekâtı tam olarak sona erdi mi? Yoksa Ankara Mutabakatı’nda belirlenen şartlar yerine getirilmediği takdirde Türkiye tarafından askeri operasyonların devam ettirilmesi söz konusu olabilir mi?
Bu soruların nihai cevabı Soçi’de bugün gerçekleşecek Erdoğan-Putin zirvesinden çıkabilecek sonuçlara bakılarak verilebilir. Çünkü Suriye’de şu veya bu şekilde Rusya’nın onayını almayan bir mekanizmanın işleyişini sağlamak pek mümkün değil. Hem YPG hem de Şam rejimi üzerinde etki gücüne sahip olan Moskova’nın görüldüğü kadarıyla Ankara Mutabakatı’ndan pek şikâyeti yok. Hatta uluslararası analistlerin bir bölümüne göre Trump’ın Türkiye’ye sunduğu çözüm planı Washington ile Moskova’nın ortak çalışmasının ürünü. Dolayısıyla Soçi zirvesinden Ankara Mutabakatı’nı sekteye uğratacak bir sonuç çıkması beklenmiyor.
***
Görünen o ki Türkiye ile ABD arasında sağlanan mutabakatın hayata geçirilmesi konusunda taraflar üzerlerine düşeni yapıyorlar. Küçük ölçekli bazı çatışmalara ve Kandil’deki PKK sözcülerinden gelen bazı açıklamalara rağmen YPG güçlerinin bölgeden çekilmeye başlaması ABD’nin örgüt üzerindeki nüfuzunu kullandığını gösteriyor. Ancak örgüt üzerindeki nüfuzu ABD’den daha yüksek olan Rusya’nın bu konuda farklı bir yaklaşımı olsaydı gelişmelerin farklı yön kazanması da mümkün olabilirdi. Bu bakımdan önce Bayık’ın “çekilmeyin” çağrısı yapması, sonra ise çekilmenin başlaması Ankara’da PKK’dan ziyade Moskova’nın güç gösterisi olarak değerlendirilmiştir muhtemelen.
***
Diğer yandan, Soçi Zirvesi öncesinde Ankara’daki “güvenlik kaynakları”na atıfla açıklanan plana göre Türkiye’nin istediği -veya kabul ettiği- “güvenli bölge” Resulayn ve Tel Abyad hattındaki 120 kilometrelik genişlikteki bir alandan oluşacak. Ankara’nın daha önce “Bu harekatla hedefimiz Irak’ın sınırına kadar 444 km’de güvenlik endişelerimizi ortadan kaldırmaktır” şeklindeki açıklamalarına karşılık şimdi 120 km genişliğinde bir alanın telaffuz edilmesinin anlamı sınırlarımızın güneyindeki YPG varlığının ortadan kalkmasının söz konusu olmayacağıdır.
Elbette bugünkü durum da bizim açımızdan bir başarı kabul edilebilir. Ancak madalyonun öbür yanında sıkıntı devam ediyor. Barış Pınarı Harekâtı “sınırlarımızdaki terör yapılarının ortadan kaldırılması” amacına tam olarak ulaşmış sayılamaz maalesef. Hatta bir bakıma güvenli bölge olarak tanımladığımız topraklar dışında kalan alandaki PKK/YPG varlığının meşruiyetini kabul etmişiz gibi anlaşılmaya müsait bir tablo var ortada.
Dolayısıyla bu tablonun Türkiye’nin beklentileri istikametinde değiştirilmesi mümkün olmazsa stratejik hedeflerimize ulaşmış sayılamayız.
Şu an itibarıyla Fırat’ın batısında Menbiç ve Kobani, doğusunda Kamışlı gibi merkezlerin YPG’nin elinde bırakıldığını gösteren haritanın Soçi’de masaya yatırılması bekleniyor. Moskova adı geçen yerlerin Şam rejiminin kontrolüne bırakılması karşılığında YPG’den temizlenmesine sıcak baktığı yönünde açıklamalar yapıyor gerçi ama Rusya’nın bir cebinden çıkanın diğer cebine konulacağı böylesi bir düzenlemenin ABD tarafından kabul göreceğini beklemek de zor olduğu için nihai ve kalıcı bir çözüme yaklaştığımızı söylemek abartı olur. Ancak atılmakta olan adımlar iddia edildiği şekilde bir Amerikan-Rus anlaşmasına istinat ediyorsa durum değişebilir tabii… Bizim için ise Suriye toprakları küresel güçlerin oyun alanı olduğu müddetçe sınır aşırı terör tehditleri konusunda kendi başımıza bir çözüm geliştirebilmemiz her halükârda zor olacak.