Meşhur laftır… İki şey halkın gözü önünde yapılmaz: Sosis ve politika. Çünkü her ikisinin de yapılış şekli normal insanlar için rahatsız edicidir. Sosisi anladık da siyasetin mutfak bölümü niye mide bulandırıcı olsun? Şundan: Siyasetçi de sizin benim gibi bir insan. Duyguları var, zaafları var, hırsları var… Ancak korkularını cesaret, bencilliğini fedakarlık, kendi çıkarını vatanseverlik olarak göstermek zorunda. Yoksa hiçbirimiz oy vermeyiz cesur, kararlı, fedakar vs. olmayan birine. Bu kadar basit.
Dolayısıyla kişisel hesapların, dar grup çıkarlarının, makam mevki pazarlıklarının mümkün olduğunca tenha ortamlarda konuşulması, dışarıdan işitilmemesi gerekir.
Siyasetçiler genellikle bu kurala uygun hareket ediyorlar tabii. Ancak son dönemde alışık olmadığımız birtakım değişik manzaralar da gözümüze çarpar oldu. Görüyoruz ki kimi siyasetçilerimiz kendi aralarında konuşmaları gereken bazı ciddi konulara ilişkin tartışmaları kamuoyuna yönelik şekilde yani halkın gözü önünde yapıyorlar.
Bunun en kötü örneklerine cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde şahitlik ettik. Al takke ver külah pazarlıklar alenen sergilendi. Daha da kötüsü, Millet İttifakı üyeleri kendi aday adaylarını masaya getirip ortaklarıyla açık açık müzakere etmek yerine birbirlerine medya üzerinden üstü kapalı veya açık mesajlar vererek süreci yönetmeye çalıştılar. Sonra muhalefetin cumhurbaşkanı adayına karşı muhalefet blokunun kendi içinde yıpratma kampanyaları gerçekleştirildi.
Şimdiyse benzer bir manzara Cumhur İttifakı cephesinde seyrediliyor. Geçen seneki seçimde ittifak bloku içinde dışarıya çok fazla hissettirilmeden bitirilen pazarlık faaliyeti bu sefer herkesin gözü önünde cereyan ediyor.
Şu bir gerçek: 2017’deki malum referandumla geçmiş olduğumuz “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” seçimde halktan yüzde 50+1 oy almayı gerektiriyor. Bu durumda adayların oylarını yüzde elliye tamamlamak için her bir oya ihtiyaçları var. Günümüz konjonktüründe ise hiçbir partinin seçmenin yarısından fazlasının desteğini alabilmesi mümkün değil. Öyleyse ittifaksız bir seçim başarısı söz konusu değil. En yüksek oyu alan parti olmak veya Mecliste çoğunluk teşkil etmek bir işe yaramıyor. İttifak halinde seçime gitmek gerekiyor. Yani, bir anlamda, eskiden seçim sonrası kurulan koalisyonlar artık seçim öncesinde oluşturulmak zorunda.
Gerçi yüzde 50+1 şartı “Nasıl olsa CHP sağ partilerle ittifak yapamaz” düşüncesiyle getirilmişti. Ya da bu ihtimal hiç akla gelmediği için “sakıncası” fark edilmemişti. Ama 2018 seçimi öncesinde Millet İttifakı’nın teşkili oyunun kurallarını değiştirdi. Cumhur İttifakı’nın kuruluşu zaruri hale geldi. İttifaklar ortaya çıkmasaydı ilk turda en çok oyu alan iki aday ikinci turda karşılaşacak ve sağ partinin adayı elini kolunu sallayarak seçimi kazanacaktı. AK Parti’nin yüzde 50+1 düzenlemesindeki mantık buydu. Bu olmayınca işler değişti. 2023 seçimlerinde ise 2018’de AK Parti ile MHP’den ibaret olan Cumhur İttifakı’nın daha da genişlemesi mecburiyeti doğdu. BBP, Hüda Par, Yeniden Refah ve DSP de bu ittifaka dahil edildi.
Şimdi ise yerel seçimler öncesinde muhalefet cephesinde bir ittifak yok. Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin her biri bu sefer münferiden seçimlere katılıyor. İktidarda bulunan Cumhur İttifakı ise dağılmadı.
Ancak buna rağmen en ciddi pazarlıklar bu kanatta yürüyor.
Bunun sebebi ise İstanbul ve Ankara gibi merkezler başta olmak üzere bazı seçim bölgelerinde dengelerin muhalefet lehinde olması. Özellikle İstanbul iktidar açısından sembolik veya psikolojik bir değere sahip. Geçen süreçte çok parlak bir lider figürü olarak sivrilen İmamoğlu’nu yarış dışına atabilmek ayrıca önemli.
Ne var ki bütün bunları gerçekleştirebilmenin ön şartı Cumhur İttifakının bölünmeden AK Parti adaylarını desteklemesi. Oysa cumhurbaşkanlığı seçimin yüzde 52 ile kazanan iktidarın İstanbul’daki oyu yüzde 48’de kalmıştı. Burada gösterilen adayın parıltı eksikliği ve zayıf performansı da hesaba katıldığında iş zorlaşıyor.
Geçen seçimde büyük ivme yakalayan ve bugünlerdeki kamuoyu araştırmalarında oyu yüzde beşlerin üzerinde görünen Yeniden Refah Partisi’nin desteği şart. Ancak bu seçimdeki anahtar rolünün farkında olan bu parti de pazarlığı epeyce yukarılardan açmış bulunuyor. Anadolu’da birkaç büyükşehir yanında İstanbul ve Ankara’da bazı ilçe belediyelerini isteyen Fatih Erbakan’ın bu taleplerini karşılamak birçok bakımdan iktidar partisini zora sokabilir.
Öncelikle de “Anadolu’da birkaç büyükşehir ile İstanbul ve Ankara’da bazı ilçe belediyelerini kazanan” Milli Görüşçü bir partinin AK Parti karşısında giderek güçlenen bir alternatif haline gelmesi arzu edilecek bir seçenek değil. Bu partinin esas itibarıyla AK Parti’nin küskün seçmenini çalarak büyüdüğü de düşünülürse “kırk katır mı kırk satır mı ikilemi” fark edilebilir.
Bu yüzden pazarlıkların bu derece keskin yürümesi ve alenen yapılması normal sayılabilir. Ama bu aleniyet insanların midesini rahatsız edecek dozda olmamalı.
Bir de şu var: İstanbul’da Yeniden Refah’ın tam desteği sağlansa bile iktidar partisinin Büyükşehir Belediyesini kazanması kolay değil. Son seçimden bu yana hiç oy kaybetmediğini, yerel seçimde iktidara verilen desteğin azalması kuralının bu sefer çalışmayacağı varsayılsa bile yine de yüzde 48’in üzerine yeni oylar gelmesi icap ediyor. Bunun da tek yolu DEM Parti seçmeninin oyuna dahil edilmesi.
Bununla ilgili birtakım söylentiler epeydir ortalıkta dolaşıyor olsa da net bir bilgiye sahip değiliz. Ancak son cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefet blokunun söz konusu parti ile aynı yerde olduğu gerekçesiyle kaybettiği düşünülürse bu yolda atılacak adımların riski anlaşılabilir. Dolayısıyla böyle bir pazarlık durumu varsa bunun sosis imalatı gibi kimseye göstermeden parti mutfaklarının içinde kotarılması gerekir.