Kemal Tahir’in romanlarındaki şahıs kadrosunda hiç eksik olmayan orta Anadolu kökenli kahramanların ağzından işitilen laflar vardır. “Yahu bunlar nasıl bir akıllar” gibi… İktidar ortaklarının muhalefetin önünü kesmek için yaptıkları son hamle insana “Yahu bunlar nasıl bir akıllar” dedirtiyor.
İktidar cephesi tabanındaki erimeyi ve dolayısıyla oy dengesinin muhalefet partileri lehine değişmesini bir sebep-sonuç ilişkisi içinde görmek istemiyor. Bu durumun halkın yönetimden memnuniyetsizliğinin sonucu olduğunu kabullenemiyor. Dolayısıyla bunun gereğini yapmaktansa başka çözüm yolları aramakla vakit geçirmeye devam ediyor.
Siyasi ve sosyal gelişmeleri sebep-sonuç ilişkilerinden bağımsız olarak değerlendirme eğilimi, esas itibarıyla realite ile başı hoş olmamanın sonucu. Realite ne? Parlamenter sistemin yerine -kuvvetler ayrılığı prensibinin de kaldırılması suretiyle- Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş kararının alındığı 2017’den bu yana ülkede olup bitenler.
Anayasa değişikliği hazırlıkları sırasında iktidar partisi başkanlık rejimine geçişin seçim ayağını düzenlerken -sonradan ölümcül bir hata olduğu değerlendirmesi yapılacak olan- “yüzde elli+1” barajını getirmişti. Zaten 16 Nisan 2017’de gerçekleşen halk oylaması da yüzde 51 oy oranıyla yeni sistemin kabulü yönünde sonuçlanmıştı. Ancak bu sonucun ancak MHP’nin desteğiyle alınmış olduğu gerçeği ortadaydı. Referandumdan sonra gerçekleştirilen yasal düzenlemeyle siyasi partilerin aralarında ittifak kurarak seçime birlikte katılabilmesinin önü açıldı. Yani seçim ittifakı AK Parti ile MHP’nin güçlerini birleştirebilmeleri için ihdas edilmişti. Muhalefet cenahında bir ittifakın gerçekleşebilmesine ise ihtimal verilmiyordu. Böyle bir durumun oluşabileceği hesaba katılsaydı muhtemelen başka bir çözüm düşünülürdü. Burası işin bir ayağı.
***
Meselenin diğer ayağında ise cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen “Türk usulü” başkanlık modeli altında -veya cumhur ittifakı iktidarında- gösterilen yönetim performansı yer alıyor.
İktidarın “gönlünde yatan aslan” olan başkanlık rejimi, bütün itirazlara rağmen, üstelik kişiye özel olması için kolu kanadı budanmış bir şekilde tesis edildikten sonra evvelce verilen sözlerin hiçbirinin tutulamadığını hatırlatmaya gerek yok… Eğitimden, sağlıktan, tarımdan dış politikaya kadar her alanda ortaya çıkan veya iyice devasa boyutlara çıkan sorunlardan söz etmeye gerek yok... Tabanın konsolidasyonu için dini ve milli değerlerin istismar edilmesinden, bu uğurda toplumun kutuplaştırılmasından, düşmanlıkların körüklenmesinden, büyüyen nefret dilinden de söz etmeye gerek yok… Bu dönemde giderek artan yolsuzluk, hukuksuzluk, kayırmacılık, çeteleşme gibi şikayetlerden de söz etmeye gerek yok… Yalnızca ekonomide olanları hatırlamak yeterli:
2017’de resmen “partili cumhurbaşkanlığı” düzenine geçilmeden önce 3 TL olan dolar beş yıl içinde 15 TL’ye çıktı. Milli paramızın değerini tam altı kat azaltan, yani ülkeyi altı kat yoksullaştıran ekonomi politikaları orta sınıfı neredeyse ortadan kaldırdı. AK Parti’yi iktidara getiren -ve şimdiye kadar orada tutan- bu kitle yavaş yavaş erirken doğal olarak iktidar partisinin oyları da eridi.
***
Bu süreçte AK Parti’nin özellikle büyük şehirlerde oyu azaldı. Daha önce kendi başına geçebildiği yüzde elli çıtasını 2018’de MHP ile ittifak kurarak zorlukla aşabildi. 2019’da İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerdeki belediye seçimlerinde ittifakla bile aynı oyu alamadı.
Başkanlık sistemine geçilmeden ve ittifaklar düzeni ortaya çıkmadan önceki son “normal seçim” olan Kasım 2015’in oy sandığında AK Parti ile MHP’nin aldıkları oyların toplamı 30 milyona yakın. 2017 referandumunda evet oyu verenlerin sayısı ise 25 milyon. Demek ki Cumhur İttifakı daha sürecin başında 5 milyon seçmen firesiyle işe başlamış…
2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde “ortak aday” Erdoğan’ın aldığı oy 26 milyon. 2019 yerel seçimlerinde Cumhur İttifakının toplam oyu ise 24 milyona. Kasım 2015 seçimindeki oydan 6 milyon eksik bu sefer. 2019’dan bu yana ülke yönetimindeki olumsuz tablo gitgide kötüleşerek devam ettiği için iktidar partilerinin tabanındaki erimenin de hız kesmediğini düşünmek mantıksız olmaz. Kamuoyu araştırmalarının sonuçlarında da bunu görüyoruz zaten.
Peki, bu olumsuz tablo karşısında iktidar ne yaptı? Ülke yönetimindeki kötü gidişi durdurarak seçmenin teveccühünü yeniden kazanmaya çalışmak yerine muhalefetin yükselişini engelleyerek iş başında kalma imkanı arayışına girdi. Uzun bir süre boyunca tüm enerjisini muhalefet blokunu bölmek için harcadı. Buradan kopabilecek bir parçanın kendi eksilen oylarını tamamlayacağını düşünerek.
Bundan bir sonuç çıkmadı. Çağrılanların hiçbiri gelmedi. Şimdi de seçim sisteminin üzerinde oynayarak buradan bir fayda elde etmek istiyorlar. Bunun da beyhude çaba olduğunu söylemeye gerek var mı?