Yönetim mekanik bir işleyiş değil. Belirli bir zihniyetin uygulama alanına çıkışı. İyi yönetim de kötü yönetim de sonuçta bir anlayışın ürünü. Dolayısıyla bir ülkede söz gelimi yalnızca ekonominin kötü yönetildiğinden, yalnızca dış politikanın kötü yönetildiğinden söz etmek anlamlı olmaz. Veya tam tersine iyi yönetildiğinden… Yönetimdeki hâkim anlayış bütün alanları etkiler. Aynı yapı içindeki birbiriyle ilgisi yokmuş gibi görünen bütün alanlar bileşik kaplar gibi benzer tepkiler verirler.
Böyle olunca meselenin tek tek şahıslarla da ilgisi olamaz. “Ahmet’in yönettiği dönemde falanca kurum çok iyi çalışıyordu, Mehmet gelince bozuldu” diyebilmek için ancak kurum özelliği taşımayan bir işletmeden söz ediyor olmamız gerekir. Kurumsal karakteri olan bir yapının işleyişini kişisel tercihler kolay kolay değiştiremez çünkü. Yönetici diyelim ki verimliliği artırmaya yönelik hedeflerin gerçekleştirilmesi konusunda kendisinden beklenen katkıyı yapamıyorsa oturduğu koltuğu bir başkasına devretmesini sağlayacak mekanizmalar kendiliğinden devreye girer. Bu olmuyorsa zaten sistemde sorun var demektir.
Türkiye’nin yönetimle ilgili sorunları başından beri hep sistem sorunuydu. Ancak son devirde bu sorunları çözmek iddiasıyla gerçekleştirilen “sistem değişikliği” girişimleri durumu düzeltmedi, aksine tamamen sistemsizliğe yol açtı. Çoktan beridir elimizde ne kurumlar var ne kurallar ne de denetim mekanizmaları. Dolayısıyla iyi yönetim ancak tesadüf eseri karşımıza çıkabilir artık.
***
Yaşanan ekonomik sorunları diğer alanlardaki sorunlardan ayırmak yanlış olur ama tabiatı itibarıyla güncel ağırlığını hep koruduğu için bu alan üzerinden konuşursak, 2000’li yılların başında yaşadığımız ekonomik krizden çıkışı sağlayan faktörleri ve aktörleri hatırlayalım…
2000’li yıllara dönmeden önce ise bugünkü duruma bakalım: 2016 sonlarında ortaya çıkan döviz kurundaki hızlı ve sürekli yükselişi iktidar “kur darbesi” olarak tanımladı ve Türkiye’nin büyümesinden çıkarı tehlikeye giren bazı güçlerin dışarıdan müdahalesine bağladı Türk Lirası açısından bir tür devalüasyon anlamı taşıyan gelişmeyi. Buna karşı koymak için de vatandaşın yastık altında tuttuğu dövizleri bozdurması gibi çözüm yolları önerildi.
Burada iki büyük yanlış bir arada yapıldı. Rasyonalitenin terk edilmesi ve kurumsal-sistemik çözümlere gözlerin kapatılması… İkisi de birbirinden vahim iki tavır. Ama aslında belirli zihniyetin zorunlu neticeleri.
Oysa böyle zamanlarda probleme el koyması gereken bağımsız kurumlar var bütün dünyada. Merkez Bankası veya Sermaye Piyasası Kurumu gibi… Üstelik bizde bu kurumların sistem içinde rol üstlenmeleri ve bağımsız olarak görev yapabilmeleri AK Parti iktidarlarının ilk döneminde sağlanmıştı. (Bir ölçüde o dönemde yaşanan ekonomik kriz dolayısıyla kabullenilen Dünya Bankası’nın denetimi altındaki vergi ve bütçe politikalarının da sayesinde…)
Uzmanlar İhale Kanunu’nun değişmesi ve şeffaflığın sağlanmasının da yine aynı dönemin eserleri olduğunu ve bunun meyvelerini ekonomideki büyüme ve verimlilik artışı olarak görmüş olduğumuzu belirtiyorlar... “Şimdi durum tam tersi” diyerek…
Şimdi durumun tam tersi oluşunu yalnızca yönetimdeki tepe kadroların değişmesiyle açıklamak doğru olur mu peki?
***
2000’li yıllardaki AK Parti iktidarlarının başarıları arasında sayılan eğitim ve sağlık alanlarındaki reformları düşünün. İşin başındaki kadrolar değiştiği için mi bu alanlarda da “şimdi durum tam tersi” diyoruz? Yoksa, sonraki dönemde benimsenen yönetim anlayışı veya genel olarak zihniyet düzleminde zamanla değişen yaklaşımlar ve tercihler mi yolun bir yerine gelindiğinde kadroların değişmesini de beraberinde getirdi?
Aslında buradaki durum bir anlamda “tavuk-yumurta diyalektiği”nin yansıması. Bir dönem sosyal ve politik şartlara bağlı olarak belirli bir tutum içinde olan siyasi aktörlerin kendi kişisel hedeflerine ulaşmak için daha elverişli gördükleri yöntemleri benimseyerek yolun geri kalanında eskisinden farklı bir anlayışa yönelmeleri hâkim oldukları yapıdaki hâkim zihniyetin değişimine ve dönüşümüne de yol açabiliyor. Zihniyet alanında yaşanan bu dönüşüm sürecinde doğal olarak kadroların dönüşümü de gerçekleşiyor.
Binaenaleyh bugünlerde tartışma konusu olan yeni siyasi arayışların mevcut problemlerin çözümü için kadro değişimini esas alan bir yaklaşımı yansıtmaları yanlış olmasa da eksik bir politik tutum. Tartışmanın zihniyet temelli olması gerekir. Toplumda bir zihniyet dönüşümünün yolunun açılabilmesi için ise şahıslar ve isimler üzerinde değil, değerler ve standartlar üzerinde bir mutabakat sağlanması gerekir.