15 Temmuz'daki alçakça darbe kalkışması halkın milli iradeye sahip çıkması ve siyasetin refleksi sayesinde püskürtülünce malum çete hiç vakit kaybetmeden yine en iyi bildikleri vasıtayla görevlerini icraya devam ettiler. Mesela “tiyatro” diyerek insanların kafasını karıştırmaya, “böyle acemice darbe mi olurmuş” gibi laflarla olup bitenleri önemsizleştirmeye yönelik algı çalışmaları yürütüyorlar 15 Temmuz’dan bu yana.
Türkiye’de -sosyal medyadaki etkinliklerini saymazsak- çok fazla sesleri solukları çıkmıyor sayılır ama ABD ve Avrupa medyası üzerinden özellikle ülkenin uluslararası itibarına zarar vermeye yönelik çabalar hala ciddi bir tehdit niteliği taşıyor. Batı ülkelerinde eksik olmayan Türkiye karşıtlığını ve özel olarak son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a duyulan tepkilerden kaynaklanan olumsuz havayı da çok iyi değerlendirerek bire bin katan kesif bir propaganda çalışması sürdürüyorlar. Bizim de bu konuda yeterince hazırlıklı olmadığımız, hatta Batı başkentlerinde Türkiye’nin PR’ını yapma işini de yakın geçmişte bu çetenin mensuplarına emanet ettiğimiz vakıa.
Dolayısıyla Fetullahçı çetenin yürüttüğü kara propaganda kampanyası Batı kamuoyu nezdinde “demokrasiden uzaklaşmak için FETÖ’yü bahane eden Türk hükümeti” algısı oluşturmakta başarı sağlayabiliyor. Elbette bunları duymaya teşne olan kulaklara ulaşıyor bu propaganda malzemesi ama bizim de 15 Temmuz’da Türkiye’de neler yaşandığını anlatmak ve FETÖ’ye karşı yürütülen mücadelenin ülkedeki bütün siyasi kanatların desteğine sahip olduğunu, hassaten de demokrasiden ve hukuktan vazgeçme niyetimizin olmadığını dünyaya iyi anlatabildiğimiz söylenemez. Zaten bu hemen 15 Temmuz’dan sonra yapılacak bir iş de değildi, yıllardır bu konuda kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz. (Sadece FETÖ konusunda değil Ermeni iddiaları karşısında da aynı durumdayız, Kıbrıs meselesinde de, PKK terörüyle mücadelede de…)
Bu çetenin bugünlerde dolaşıma sokmaya çalıştığı bir başka argüman da şu: “Ordudaki generallerin üçte biri darbeye karışmış, bu kadar general cemaat mensubu olabilir mi, demek ki darbe girişimi cemaatin işi olamaz.”
Oysa 15 Temmuz’dan önce de biliyorduk ki TSK’nın bazı kuvvetlerinde ve bazı sınıflarında Fetullahçıların oranı yüzde seksenlere ulaşmıştı. Mesela Hava Kuvvetleri’ndeki tümgeneraller arasında… 15 Temmuz’dan önce de bu sayıları abartılı bulanlar vardı ama hükümetin ve ilgili devlet kurumlarının tespitleri bu şekildeydi. Dolayısıyla 15 Temmuz’daki darbe girişimine karışan isimlerden hiçbiri sürpriz olmadı. Cumhurbaşkanı’nın başyaveri de dâhil…
(Ama tabii ki polis merkezlerini, MİT’i, hatta Meclis’i bombalayacaklarını, hele hele silahsız masum sivil halkın üstüne ateş açacak kadar alçalabileceklerini tahmin eden yine de azdı…)
Peki, madem biliniyordu da niçin daha önce emniyette, yargıda yapıldığı gibi adamakıllı bir tasfiye orduda yapılmadı? Hatırlayacak olursanız, 15 Temmuz’dan birkaç gün önce Karar’ın manşetinde sorduğu bir soruydu bu ve ilgili yerlerden alınan cevapları hazırladığımız haberde sıralamıştık o zaman. Kısaca özetlemek gerekirse terörle mücadelenin aksamaması yönündeki hassasiyet, TSK’daki teamüllere uyma zarureti, hukuki kanıtların toplanmasındaki zorluk gibi gerekçeler ordudaki çetenin tasfiyesini geciktirmişti. Nihayet tam bu konuda ciddi bir adım atılıyordu ki, muhtemelen bunun da etkisiyle erkene çekildiği anlaşılan hain darbe kalkışması sökün etti.
Türkiye’nin sosyal ve politik yapısının son derece “kendine özgü” niteliklere sahip olduğu muhakkak. Fetullahçı örgütlenme de dünyada ve hatta tarihte benzeri olan bir yapı değil. Dolayısıyla bu konuda olup bitenleri dünyaya anlatabilmek çok zor. Kendi kendimize izah edebilmek bile zor ki yıllardır bu yapının oluşturduğu tehditlere dikkat çeken insanlara kulak veren çıkmadı. Bugünleri haber verenler “fitne çıkarıyor” ithamıyla susturulmaya çalışıldı. Ama yine de, ne olursa olsun, bu meseleyi dünyaya doğru düzgün anlatmanın yollarını aramalıyız. Bu çabayı göstermeden olmaz. Bütün dünyayı karşımıza alarak yürütemeyiz içerideki bu mücadeleyi.