Saraydaki kadınlar siyasete karışırsa

İbrahim Kiras

Geçen haftaki yazıda değinemedim: Osmanlı düzenindeki “bozulma”nın sebepleri hakkında ileri sürülen muhtelif açıklamalardan biri de “Hanedan mensubu kadınların daha Kanuni devrinden itibaren devlet işlerine karışmaya başlamaları” şeklinde ifade edilir. Bu konuda Kadınların Saltanatı, Cariyelerin İktidarı vs. diye “best seller” kitaplar yazılmıştır. Hürrem Sultan, Kösem Sultan gibi başat figürler popüler romanlara, filmlere, TV dizilerine ilham vermişlerdir.

Aslında çok daha fazla sayıda kitaba ve filme konu olmalarını gerektiren ilginçlikte hayatları var bu kadınların. Saraydaki büyük siyasi entrikaların tam göbeğinde yer almışlar; devletin siyasetinin belirlenmesinde, yüksek dereceli devlet yöneticilerinin terfi veya azillerinde ve padişahların tahta çıkarılıp indirilmelerinde etkili olmuşlardı. Yani o günlerdeki iktidar kavgalarında birer “siyasi aktör” olarak rol oynamışlardır.

Gelgelelim, saray kadınlarını Osmanlı sistemindeki duraklama ve gerileme -veya isterseniz “dönüşüm”- diye anılan hadisenin doğrudan müsebbipleri arasında görmek ne kadar doğru? Osmanlı iktisadi ve sosyal sistemindeki zayıflamayı “daha yapısal” bir zeminde ve dünya ölçeğindeki değişmeler çerçevesinde ele almak gerekmez mi? Devletin askeri ve siyasi kabiliyetlerini rakip güçlerle mukayeseli olarak anlamaya çalışmak daha faydalı olmaz mı?

Belki de meseleyi sebep değil sonuç olarak görmek gerekiyor. Yani yönetimdeki dejenerasyonun sonucu olarak “kurumların yerini yetkisiz kişi ve grupların almış olmasının hem somut hem de temsilî ifadesi” kadınlar saltanatı diye adlandırılan olgu. Dolayısıyla konuyu “kadınların ellerinin hamuruyla siyasete karışması” şeklinde yorumlamak cinsiyetçi bir tutum olmakla kalmaz, işin aslını ıskalayan düz ve yanlış bir yaklaşım olur.

***

IV. Murat’a yazdığı raporlarda Osmanlı düzenindeki çürümenin röntgenini çekmiş bulunan Koçi Bey özel olarak saray kadınlarının devlet işlerine karışmalarından söz etmiyor. Ama genel olarak saray halkının bu anlamdaki davranışlarından söz ediyor ve hassaten “devletteki bozulmanın 982 yılında başlamış olduğunu” savunuyor.

Söz konusu tarihe kadar veziriazamların tam yetkili olarak görev yaptıklarını ve sadece padişahlara karşı sorumlu olduklarını, başka hiç kimsenin işlerine karışamadığını söylüyor. Ancak anılan tarihten sonra padişahın yakınında bulunan birtakım yetkisiz zevatın (Bürokrat nezaketini ve diplomatik dili asla terk etmeyen Risale yazarı galiba harem halkı diyemediği için nedimler diyor burada) veziriazamlar üzerinde baskı oluşturup kendi istediklerini yaptırmaya çalıştıklarını, istekleri yerine getirilmezse iftiralarla bu kişiyi padişahın gözünden düşürüp azline ve hatta katline yol açtıklarını anlatıyor.

Bu şekilde makamını, canını, malını kaybeden vezirlerin ve paşaların akıbetini gören sonraki devlet yöneticilerinin “biz’zaruri iç halkına mütabeat ve hevalarına muvafakat idüb, her ne murad iderlerse diriğ itmez” olduklarını bildiriyor. Bu zümrenin ehliyet ve liyakat sahibi olmayan kişileri rüşvetle önemli makamlara getirdiklerini; tımar ve zeametin hakkı olanlara değil bu saray mensuplarına ve bunların yandaşlarına dağıtıldığı için askeri düzenin bozulduğunu ileri sürüyor. Ayrıca Harem-i Hümayun’a kanuna aykırı şekilde uygunsuz kesimlerden bir kısım yanlış kişilerin girmeye başlamasından şikâyet ediyor. (Göriceli Koçi Bey, “Koçi Bey Risalesi”, haz. Musa Şimşekçakan, Yeni Zamanlar Y., 1997, sh. 40-45)

***

Koçi Bey’in “bozulmanın miladı” olarak gösterdiği 982 (m. 1574) yılı II. Selim’in öldüğü ve yerine III. Murad’ın geçtiği tarihtir. Padişahın annesi Nurbanu Sultan’ın devlet yönetimindeki etkinliğinin şikâyet konusu olduğu, hatta Venedik asıllı olan Valide Sultan’ın Venedik yanlısı bir dış politikanın arkasındaki güç olduğu şeklindeki akıl ve mantık dışı iddiaların dile getirildiği dönem…

Bu noktada Risale yazarının niçin her daim büyük siyasi entrikalarla adları anılan Hürrem Sultan ile Mihrimah Sultan’ın “saltanat” devirlerini atlayarak doğrudan 982 senesine işaret ettiği sorulabilir. Bunun sebebi Harem-i Hümayun’un ve valide sultanlık makamının gerçek anlamda ancak bu dönemde “kurumsal” ağırlık kazanmış olmasıyla ilgili olmalı.

Diğer yandan, dönemin padişahı III. Murad’ın tahta geçtikten bir süre sonra devlet işleriyle ilgilenmeyi bırakıp kendini eğlenceye verdiği ve “hareme kapandığı” kaydedilir kaynaklarda. Dolayısıyla 982 yılının milat olarak belirlenmesinin anlamsız olmadığı söylenebilir.

Osmanlı tarihinde 100 yıllık bir süreyi kaplayan saray kadınlarının siyasi ağırlığının -1651’de Kösem Sultan’ın öldürülmesi ve 1656‘da Turhan Sultan’ın elindeki iktidar gücünü kendi isteğiyle Köprülü Mehmet Paşa’ya teslim etmesinden sonra- sivil ve askeri bürokrasi lehine zayıflayıp nihayet ortadan kalkmış olduğunu hatırlatarak…

Koçi Bey’in birine ıslahat raporlarını, diğerine yönetim tavsiyelerini sunduğu iki padişahtan IV. Murad’ın Kösem Sultan’ın oğlu olduğunu; I. İbrahim’in ise hem Kösem Sultan’ın oğlu hem de Turhan Sultan’ın eşi olduğunu unutmadan…

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (62)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.