CUMARTESİ YAZILARI
Her şey yerli yerinde güzel. Kavramlar yerli yerinde anlamlı. Popülizm diye bir kavram var siyaset biliminde, esasen halkçılık demek. Daha doğrusu çoğunlukçuluk. 19. yüzyılda oligarşik yapılar karşısında demokratik temsilin -yani halk egemenliğinin- yaygınlaştırılması davasının ifadesi olarak doğup 20. yüzyılda halkı “Bu ülkenin asıl sahipleri” ve “Ülkenin kaymağını yiyen mutlu azınlık” diye ikiye bölen yaklaşımın ifadesine dönüşmüş olan kavram.
Yetmezmiş gibi biz bu kavramın kapsamını daha da daraltıp yalnızca “halk yardakçılığı” anlamında kullanıyoruz. Bunun sonucu olarak da bazen popülizm derken neden söz ettiğimiz belli olmayabiliyor.
Benzer şekilde ırkçılık, faşizm gibi telaffuz etmeyi nedense çok sevdiğimiz bazı popüler kavramlar da mürekkep yalamışlar tarafından bile asıl anlamları pek bilinmeden kullanılıyor. Oysa sosyal bilim terimleri bakımından yetersiz değil dilimiz artık.
Niyazi Berkes’in bir makalesini okurken aklıma geldi bu konu. Berkes bugünlerde pek hatırlanmayan, dahası kıymeti fazlaca bilinmeyen bir düşünce ve bilim insanımızdır. Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura’nın düşüncelerini mukayeseli şekilde ele aldığı bir makalesinde Akçura’yı “ırkçı bir düşünür” olarak tanımlıyor Berkes. Ama ırkçı sıfatını pejoratif anlamda kullanmıyor, düşünürümüzün milli aidiyet kavramını soy birliği üzerinden açıklamaya yönelik yaklaşımını anlatmak için kullanıyor. Milleti soy birliği yerine kültür birliğiyle açıklayan Gökalp’ın görüşüne halkçı ulusçuluk derken, Akçura’nın anlayışına ırkçı ulusçuluk diyor. (“Felsefe ve Toplumbilim Yazıları”, 1985)
Ancak bu kullanımın kafa karıştırıcı olduğu da ortada. Çünkü, mesela, aynı yazıda Gökalp’ın ırkçılıkla “suçlanmasının” yanlışlığından söz ederken ırkçı tanımlamasının “suçlama” olduğunu kabul etmiş oluyor. Ne var ki burada problem bizzat Akçura’nın ırk kavramını kullanışından kaynaklanıyor. Berkes’e göre, “Akçura… Türk, Slav, Cermen ‘kavim’ ya da ‘ırk’ları arasındaki tarihsel ilişkileri tartıştığı zaman bu iki terimi birbirine karıştırarak kullanır. Halbuki Ziya Gökalp üç terimi (anatomik yapı türü olarak ‘ırk’, dil akrabası olarak ‘kavim’ ve laik halk birimi olarak ‘millet’ terimlerini) şaşılacak bir açıklık ve kesinlikle birbirinden ayırmıştır.”
Ancak şunu da belirtiyor Berkes: “Akçura’nın ‘ırk’ terimini kullandığı yıllarda Osmanlı Türkçesinde bu sözcük daha sonraki anlamını henüz almış değildi.”
Gerçekten de o yıllar imparatorluk devrinin terminolojisinden modern milli devlet terminolojisine geçiş sürecinin karmaşası söz konusudur. “İslamcı” Akif’in kaleme aldığı İstiklal Marşımızdaki “Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?” veya “Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal” gibi ifadeleri hatırlayın.
Demek oluyor ki öncelikle bugün kullandığımız terimlerin veya kavramların zaman içinde sözlük anlamlarında gerçekleşen değişiklikleri göz önünde tutmak lazım. İkincisi, bu kelimelere kendimizce yeni anlamlar yüklememek lazım. Bu çerçevede ırkçılık (Ar. Unsûriyye, İng. Racism, Alm. Rassismus) kavramının evrensel manada neyi ifade ettiğine bakmak lazım.
Irk ve ırkçılık terimleri bugünkü anlamlarını 19 yüzyılda Avrupa dillerinde aldı. Sömürgecilik ve köle ticareti dolayımında insan türünün -derilerinin rengi gibi- fiziksel özellikleri bakımından farklı biyolojik alt türlere ayrıldığı görüşü ve bu görüşün ortaya çıkardığı siyasi yaklaşımlar vardır bu terimlerin anlam evreninde. Oysa artık açık ve net olarak biliyoruz ki bugün yeryüzünde yaşamakta olan insanların hepsi biyolojik manada aynı ırka mensup: homo sapiens.
Dil ve kültür değerleri bakımından diğer topluluklardan farklı özelliklere sahip insan toplulukları millet/ulus veya etnisite gibi sosyal bilim kavramlarıyla tanımlanmalıdır.
“Irkçılık, faşizm gibi bazı popüler kavramlar asıl anlamları pek bilinmeden kullanılıyor” demiştim yukarıda. Onu bırakın, çoğu zaman bu iki kavram birbirinin müradifi (eş anlamlısı) sayılıyor. Kimileri de faşizmi tüm otoriter ve totaliterler yönetim şekillerinin ortak adı kabul ediyor. Oysa faşizm otoriter veya totaliter yönetim modellerinden yalnızca birinin adı.
Kendisini “Nasyonal Sosyalist” diye tanımlayan Hitler yönetimi faşist değildir mesela. İtalya’da Mussolini tarafından oluşturulan ve devlet kavramını yücelten siyasi hareket ise Nazilerin aksine ırkçı değildir, ekonomideki yaklaşımı itibarıyla sosyalist de değildir. Zaten faşizm ile Nazizm aynı şey olmadıkları için isimleri farklıdır! Keza İspanyadaki falanjistler de kendilerine özgü bir siyaset görüşüne sahip olduklarından Nazist veya faşist olarak adlandırılmaları doğru olmaz.
Mamafih günlük kullanımda bazı anlamlar daralıyor veya genişliyor. Sözgelimi, literatürdeki karşılığı ne olursa olsun, ırkçılık kavramını canımızın istediği anlamda kullanıyoruz. Çünkü ırkçılığın olumsuz, nahoş, kötü olduğuna dair genel bir uzlaşı var. (Zaten bu sebeple hiç kimse “Ben ırkçıyım” demiyor.) Bu yüzden herhangi bir tutumu, yaklaşımı, düşünceyi “ırkçı” diye tanımladığımız zaman o tutumun, yaklaşımın, düşüncenin meşruiyetini peşinen yok saymış oluyoruz. Onun için sevmediğimiz, hoşumuza gitmeyen her görüşü ırkçılık diye niteliyoruz ki savunulması mümkün olmasın.
İyi ama herkesin her şeye ırkçılık dediği bir yerde ırkçılığın tam olarak ne olduğunu nasıl anlayacağız?
Geçenlerde sosyal medyada “İranlıların, Azerbaycanlıların, Ermenilerin ve hatta Arapların Kureyş kabilesinin aslında Kürt olduğunu” savunan bir paylaşıma gösterilen tepkiler dikkatimi çekti. Burada dile getirilen görüş ırkçılık ve faşizm olarak nitelendiriliyordu. “Her ırkın faşisti aynı oluyor” şeklinde yorumlar gördüm.
Birtakım toplulukların etnik kökenleri hakkında yaygın kabullerden farklı görüşte olmak niye ırkçılık olsun? Niye faşizm olsun? Saçma olabilir bir fikir. Ahmakça olabilir. Cahilce olabilir. Tutarsız, ön yargılı, çocukça olabilir. Neden sözlükte başka bunca sıfat varken ille de ırkçı nitelemesini kullanıyoruz?
Irkçılık -tanımı gereği- dışlayıcıdır, dışlayıcı olmayan “etnik kökencilik” ise ne kadar saçma bir temele dayanırsa dayansın ırkçılık olarak tanımlanamaz. Dolayısıyla herkesin Kürt olduğunu iddia etmek ırkçılık değildir. Eğer mesela “Kürt olmayan unsurlar ahlaken bizden geridir, genleri bozuktur, fıtraten köleliğe yatkındır vs.” diyorsanız ırkçı olursunuz. “Ortadoğu’da yaşayan milletlerin hepsinin aslı Kürt’tür” demekle ırkçı olunmaz. Bir dönem devletin resmî görüşü olan Türk tarih tezi de böyledir. Dünyada konuşulan bütün dillerin Türkçeden türediği tezi dolayımında şu veya bu topluluğun aslında Türk kökenli olduğunu savunmak saçmadır, bilim dışıdır, kompleksli bir tavırdır ama ırkçılık değildir.
Aynı şekilde, “Kürtler aslında Hint Avrupa kökenli bir halk değildir, Fars kültürünün etkisiyle dilleri değişmiş bir Türkmen boyudur” tezi de ırkçılık değildir. Hatta herkesin dalga geçerek hatırladığı “Karda yürürken kart kurt diye ses çıkardığı için Kürt adını alan Oğuz boyu” anlatısının da ırkçılıkla uzaktan yakından alakası yoktur. “Kürtler bizden ayrı bir topluluk değildir” yaklaşımını “Aslında aynı soydanız” gerekçesine dayandırmak ırkçılık olamaz. Olsa olsa modern manada millet kavramının bazı zihinlerce kavranamadığının işareti olur.
Hasılı kelam: Kelimeleri, kavramları yerli yerinde kullanmadığımız sürece birbirimize derdimizi anlatamayız. Tartışmalar kavgaya dönüşür. Mevlana’nın “Üzüm İsteyen Dört Kişi” meselindeki gibi…