Türk siyasetinde ittifaklar adı altında bloklaşmayı zorunlu kılan yeni sistem var bir yanda. Öbür yanda da bu yeni mimariyle bağlantılı veya bağlantısız olarak gelişen yeni arayışlar.
İktidar bloğunun toplumsal desteğinin özellikle son yerel seçimden bu yana belirginleşerek hızla erimekte oluşuyla ilgili projeksiyonlara bakınca şunu görüyorsunuz: Vaktiyle MHP’yi yanına alarak yüzde elli barajını geçmeyi başaran AK Parti şimdi bu desteğin yetersiz hale gelmesi üzerine Cumhur bloğunu genişletmek için birtakım hamleler yapmak zorunda.
Bu doğrultuda geçtiğimiz haftalarda İYİ Parti’ye bazı sinyaller gönderildiği malum. Ama bu partinin varlık sebebini inkarını gerektiren böylesi bir girişim içinde yer alması mümkün değil. MHP’den ayrılmak zorunda bırakılan siyasetçilerin kurduğu bir partinin kendilerinin partilerinden koparılmalarının bedeli olarak teşkil edilen bir ittifak içinde yer almaları olacak şey değil.
İktidar partisinin yaklaşımı belki de ittifaktan ayrılması ihtimaline karşı MHP’nin yerini doldurabilecek bir aday arayışından ibarettir.
***
İlk gündeme geldiği sıralarda da uzunca değerlendirdiğimiz bu konuyu şunun için hatırlamakta fayda var: Bugün iktidar partisi için asıl problem kendi içinden kopan gurupların oluşturduğu siyasi tehdit. Biri Ahmet Davutoğlu, diğeri Ali Babacan liderliğinde yola çıkan iki yeni parti girişimi her halükârda AK Parti’den belirli oranda bir seçmen kitlesini transfer edecek. Buna karşılık, iktidar partisini yönetenler ise epeyce süredir “şununla mı ittifak yapalım, bununla mı cephe kuralım” diye hesap yapıp dururken parti tabanındaki küskünleri yeniden kazanmayı, artık böyle gitmez diyerek ayrılan eski yol arkadaşlarıyla ittifak yapmayı hiç akıllarına getirmediler.
AK Parti-MHP oyları yetmez olunca Doğu Perinçek ittifaka dahil edildi, HDP olabilir mi diye düşünenler bile oldu, Öcalan bizzat cezaevinden gönderdiği mektupla Cumhur İttifakına destek verdi… “Koalisyonlar ne kötü şey be birader” denilerek geçilen hükümet sisteminde iktidar ortaklarının sayısı her geçen gün artıyor... Taşıma suyla değirmeni döndürmek için her ihtimal hesaba katılıyor ama yıllar boyunca bu değirmeni döndürmüş olan derenin suyunun neden kuruduğunu araştırmak akla gelmiyor.
Çaresizlik o noktada ki “Davutoğlu ile Babacan’ın aralarında anlaşamadıkları için ayrı ayrı kurdukları partilerin aynı siyasi blokta yer almaları mümkün olmayabilir. Bunlardan biri acaba Cumhur İttifakına dahil edilebilir mi” hesapları yapanlar var yüksek sesle… Bu insanlar giderken arkalarından teneke çalan kişilerin şimdi böyle stratejiler üretmeleri çok ilginç…
***
Diğer yanda ise Millet İttifakının merkezinde yer aldığı cephenin problemleri var… Millet İttifakı resmiyette CHP ve İyi Parti ile DP’den oluşuyor ama Saadet’in dirsek teması malum. HDP ise “batı illerinde” aday çıkarmayarak tabanına iktidar bloğunun rakiplerine oy verme çağrısı yapmak suretiyle “iktidar karşıtı cephe” içinde yer almış oldu. Zaten iktidarın en büyük kozu CHP ile İYİ Parti’nin HDP ile birlikte hareket ettiği propagandasının böylesi somut bir dayanağının olması.
Buna karşılık özellikle CHP üzerinde etkisi olduğu düşünülen bazı kesimlerce HDP’nin resmi ortak haline getirilerek “sisteme kazandırılması” şeklinde ayakları yere basmaktan uzak öneriler ortaya atılıyor.
Oysa Türkiye’deki Kürt sorununu ortadan kaldırmak için çözüm üretmeye uğraşmak başka bir şey, bu sorunun çözümü yolunda en önemli engellerden biri olan mevcut HDP siyasetini meşrulaştırmak bambaşka bir şey.
Unutulmaması gereken nokta HDP’nin “Türkiye’nin partisi olma” iddiasından 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından vaz geçip “fabrika ayarlarına” geri dönmüş olmasıdır. Terör örgütünün Suriye toprakları üzerindeki avantajlı durumunu ve oradaki kazanımlarını güvenceye almak uğruna Türkiye’deki bol kazançlı çözüm sürecini bitirip kaybedeceklerini bile bile “devrimci halk savaşı” başlatmayı göze aldığında HDP’nin tutumu, 6-7 Ekim olaylarındaki rolü, hendek terörüne desteği bir imkânı bitirdi.
O günlerde 80 milletvekiliyle meclise girmiş bulunan HDP’den örgütün silahlı kanadına hitaben “neden ateşkesi bitiriyorsunuz” diye bir itiraz gelmediği için bu parti sisteme dahil olma şansını kaybetti.
Hendek siyasetinin HDP tabanında nasıl bir hayal kırıklığı ve memnuniyetsizlik uyandırdığı da ortada. HDP’ye oy veren kesimin bu partiden kopmasını engelleyen ve bu yapıyı ayakta tutan iktidarın “Yallah Kürdistan’a” söylemi ve sonra da yasal yollarla seçilen belediye başkanlarının seçimden birkaç hafta sonra görevden alınması gibi eylemlerdir.
Demek ki bugün muhalefet bloğu iktidarın Kürt sorununa yaklaşımındaki yanlışları ve bunun doğurduğu riskleri dile getirmeli, kendi çözüm önerilerini sunmalı ve bu arada muhakkak ve muhakkak HDP tabanına seslenme imkanını da aramalı. Ama bu sorunun jeneratörü durumundaki HDP’nin sırtındaki bagajın taşınmasına yardımcı olmak ahlaken doğru da değil, siyaseten akıllıca da değil.