Oyunun kuralıyla oynamak zaaf belirtisi

İbrahim Kiras
Bir zamanlar TV ekranlarının aranan konuşmacılarından biri olan iş insanı ve siyasetçi Besim Tibuk futboldan ofsayt kuralının kaldırılmasını savunuyordu. Ama bu kuralın seyir zevkini azalttığını düşündüğü için kaldırılmasını istiyordu liberal siyasetçi.

AK Parti iktidarı son zamanlarda farklı bir şey yapıyor: Maç devam ederken kuralları değiştirerek oyunu kazanmaya çalışıyor. Kendisi ofsayta düştüğünde bu sayılmıyor, karşı takım ise avantajlı olduğu her pozisyonda ofsayt kuralını çiğnemiş sayılıp top elinden alınıyor. Biraz sonra korner kazanıyor karşı takım, hemen korner kuralı değiştiriliyor, penaltı atışı kimin yapacağına göre yeniden yorumlanıyor. Bilahare yeri geldikçe diğer kurallar da o anki duruma göre yeni anlamlara bürünüyorlar.

Benzetme yerinde oldu mu bilmiyorum ama siyasi arenada seyrettiklerimiz sözünü ettiğim hayali futbol maçından çok farklı değil.

Mevcut siyasi iktidar kadroları canlarını sıkan her kuralı “özel”leştiriyorlar, yani kendileri açısından makbul hale getiriyorlar. Yollarındaki hiçbir “engel”in etrafından dolaşmaya veya üstünden atlamaya razı gelmiyorlar, o engel oradan hemen kalksın istiyorlar. Ama engel olarak gördükleri şeyler oyunun kuralları.

***

Kendi partileri için getirdikleri “üç dönem siyaset” kuralını kaldırmış olmaları bizi ilgilendirmez, kendi bilecekleri iş bu. Kendi seçmenleriyle aralarındaki bir konu. Ama devletin işleyiş kurallarını fiilen çiğnemeleri herkesi ilgilendiriyor. Çünkü hukuk kaideleri insanların hem ortak hem de özel çıkarlarının korunması için var. İnsanların hukuktan kaynaklanan hakları var. Bunlar yok sayılırsa millet olarak üzerinde durduğumuz zemin altımızdan kayar gider. Devlet işi günlük iş değildir. Devletin çıkarı siyasetçinin günlük çıkarıyla aynı şey değildir.

Sözgelimi, İçişleri Bakanlığı belediye başkanlarını görevden alma yetkisini taşıyor. Ama bu yetkinin yazılı metinlerde tarif edilmiş ve uygulama geleneği olarak yerleşmiş kuralları var. Karşınızdaki kişi kim olursa olsun, isterse kendisine oy verenlerin dışında memleketteki herkesin nefret ettiği biri olsun, “Gözünün üstünde kaşın var” denerek yapamazsınız bunu. Devlet şuuruna ve hukuk nosyonuna sahip olan hiçbir siyasi kadro böyle yapmaz. Ama yapılıyor. Üstüne üstlük seçmenin iş başına getirdiği belediye başkanı yerine kendi adamlarını kayyum olarak atayabiliyorlar. Görevde bulunan seçilmiş belediye meclisinin yeni başkanı belirlemesine izin vermiyorlar. Meclis çoğunluğu kendilerinde olmadığı için.

Buna mukabil İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı seçim “sandıkta yolsuzluk yapıldı” iddialarından dolayı iptal edilirken, Büyükşehir belediye başkanlığı seçiminde kullanılan pusulayla aynı kutudan çıkmış oyla seçilen belediye meclisi bunun dışında tutuldu. Çünkü mecliste AK Parti çoğunluğu oluşmuştu. Keza diğer ikisiyle aynı kutudan çıkan oylarla seçilen ilçe belediye başkanları da “sandıkta yolsuzluk” iddiasından etkilenmediler. Netice itibarıyla, yapılan haksızlığa halkın gösterdiği tepkiyle öncekinden çok daha büyük farkla seçimi İmamoğlu kazandı ama vatandaşın zihnindeki ve gönlündeki hukuk, adalet, devlet gibi kavramlara neler olduğu ayrı bir konu…

***

Geçen sene İstanbul için yeniden seçim kararı alınmasaydı herhalde Yüksek Seçim Kurulu’nun yapısının değiştirtilmesi de gündeme gelecekti. Ama çok şükür öyle bir şey olmadı, bu sefer barolar okka altına gittiler. Çünkü barolarda yönetim üye avukatların oylarıyla seçiliyor ve -yargı süreçlerinde hiçbir etkileri bulunmasa da- siyasi otoriteden bağımsız oldukları için kimi zaman yolda yürürken ayağa batan cinsten bir engel olarak görülebiliyorlar. Bir de barolarda büyük oranda sol kadroların egemen olması dolayısıyla bu kurumlara karşı verilecek kavganın tabandaki konsolidasyon çabalarına hizmet edeceği de hesaplanmış olmalı.

Türk Tabipler Birliği de tamamen barolarla aynı sebeplerle hedef alınmış görünüyor. “Doktorların da avukatların da başı yüzde 52 oyla seçilmiş iktidar olarak biziz, siz kim oluyorsunuz” yaklaşımı da var ayrıca…

Son olarak yüksek mahkeme hedefte. Üyelerini kendilerinin seçtiği ve kritik konularda daima “uyumlu ve olumlu refleks” gösteren Anayasa Mahkemesi’nin bazı kararlarından memnun değiller. Daha doğrusu ufak tefek de olsa bazı konularda kendi istedikleri yönde kararlar çıkmayışına, yani her konuda sözlerinin dinlenmemesine tepkililer. “Ama bu kadar da olsun varsın” demiyorlar…

Ne var ki “Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştirilmesi” anayasa değişikliği gerektiriyor. O da ya Mecliste muhalefetin desteği alınarak veya referanduma götürülerek mümkün. İkisi de kırk satır ve kırk katır seçenekleri iktidar açısından. Yani bugün itibarıyla ellerinden gelen bir şey yok. Ama tabii başka türlü bir çözüm düşünülmüşse, onu bilemem… Bildiğim, maç başladıktan sonra oyunun kurallarıyla oynamak, ahlaki boyutu bir yana, özgüven eksikliği belirtisidir.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (39)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.