Bugünkü iktidarın bir imtiyazı var… Kısa süre aralıklarla birbirine zıt işler yapabiliyor, birbirine zıt görüşleri savunabiliyor… Hiç kimse de bunları sorgulayamıyor. Çünkü her iki pozisyonunu da aynı inançla savunuyor. Kitlesi de aynı inançla her ikisini de bağrına basıyor.
İktidar ne yaparsa yapsın tolerans göstermeye, gerektiğinde görmezden gelmeye, çoğu zaman çelişkileri ve tutarsızlıkları tevil etmeye hazır bir kitlenin mevcudiyeti böyle bir imtiyaz sağlıyor…
Ama siyasetçinin de hakkını yemeyelim… Retorik hünerini eşine az rastlanır bir ustalıkla kullanamasa o imtiyazı temin etmesi o kadar kolay olmazdı.
Türkçemizdeki o güzelim “Ele verir talkını kendi yutar salkımı” sözü başkaları yaptığında eleştirdiği bir eylemi kendisi de yapan kişileri ayıplamak için kullanılır. Ama bence artık bu sözü kimilerinin siyasi retorik becerilerini övmek için de kullanabiliriz.
Ne demek istediğimi bir misalle açıklayayım: Suriye’de hiç beklenmeyen bir anda muhalif güçlerin başlattığı harekâtla rejim değişikliğinin gerçekleştiği günlerde iktidar sözcüleri ve medya organları “Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların hızla ülkelerine döndüklerini” duyurmaya başladılar. Sınır kapılarında çekilmiş fotoğraflar eşliğinde “Gidiyorlar, büyük geri dönüş başladı” haberleri manşetleri süslüyordu.
Oysa ülkesine dönen falan yoktu. Henüz Suriye’de hiçbir şey belli olmamışken Türkiye’deki sığınmacıların işlerini, evlerini, düzenlerini terk edip başlarını sokacakları bir çatının olmadığı, karınlarını doyuracakları bir iş ve çalışma ortamının bulunmadığı ülkelerine geri dönmek istemeleri saçma olurdu zaten.
O günlerde şunu yazmıştım: HTŞ ve müttefikleri henüz Şam’a ayak bastıkları gün “Türkiye’deki sığınmacı Suriyeliler akın akın ülkelerine dönmeye başladı” haberleri çıkarmanın neresinde rasyonalite var? Türk toplumunun -ve bu arada iktidar partilerinin seçmeninin-, büyük çoğunluğu ülkedeki sığınmacıların geri dönmelerini arzu ediyor diye, gerçeklere aykırı bir iddiayı piyasaya sürmenin siyasi rasyonalitesi var mı? Bir yandan İçişleri’nin, öbür yandan Dışişleri’nin bu doğrultuda açıklamalar yapıp durması, iktidarı destekleyen medyanın bu haberleri sürekli gündemde tutması toplumdaki beklenti çıtasını aşağıya düşürmez mi? (“Suriyeliler niye ülkelerine dönsün?”, Karar, 19 Aralık 2024)
Önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle bir açıklama yaptı: “Ana muhalefet partisi genel başkanının ‘Esad gitti sığınmacılar da gitsin’ açıklaması vicdansızlıktan öte tam bir kara cehalet örneğidir. Bize canlarını, namuslarını, onurlarını emanet eden sığınmacı mazlumlara sırtımızı dönmeyiz…”
Hemen her seçim öncesinde sığınmacılara yönelik operasyonlar, yabancılar şubesi memurlarına ve geri gönderme merkezlerine fazla mesai yaptırmalar... unutulmuş olsa bile bu son dönemde yapılanlar da mı unutuldu?
Ancak, iktidarın bir imtiyazı var… Öyle de söylese böyle de söylese fark etmiyor. Öyle de davransa böyle de davransa haklı oluyor. Onun için Suriye’de Baas rejimi devrilince “Muhalefet bize Esad’la görüş diyordu ısrarla. Bunların uzak görüşlülükten ne kadar nasipsiz oldukları görüldü” diyebiliyorsunuz. Esad’ın devrilmesinden bir hafta önce görüşmeye aracılık etmesi için Putin’den ricada bulunduğunuzu hiç kimse söyleyemiyor. Söylese de buna bir kılıf bulunacağından ve kitlenin buna inanacağından kuşku duyan yok çünkü.
Misaller ne çok…
“Altılı masanın yedinci üyesi DEM parti” suçlamasıyla ve muhalefet partilerini Kandil’in desteklediği iddiasıyla kazandığı seçimin ardından DEM partinin meclis desteğiyle “yeniden adaylık” hesabı yapmak…
PKK elebaşılarının güya Millet İttifakı için oy istediğini gösteren montaj videoyu bütün Türkiye’ye izletip “Onlara oy verirseniz terör örgütü sevinir” propagandasını yapmayı daha sonra “Ama montaj ama şu ama bu” diye savunmak…
Belediye konserlerini başlatanların şimdi bu geleneği sürdüren ve aslında bu alanda kendileri kadar harcama da yap(a)mayan CHP’li belediyeleri “konser belediyeciliği” yapmakla suçlaması…
Milliyetçiliği ayaklarının altına aldıklarını söyleyenlerin şimdi hepimize milliyetçilik dersi veriyor olması…
Ekonomide nasları uygulamalıyız diyenlerin bu iş yürümeyince rasyonel ekonomiyi getirdik diye övünmeleri…
Kendi bozduklarını yine kendilerinden başka tamir edecek kimsenin olmadığını iddia etmeleri…
“İsrail ile ticaret yaptığımızı söyleyen haindir, PKK’lıdır, FETÖ’cüdür” diye bağırıp çağırdıktan sonra meselenin söyledikleri gibi olmadığı anlaşılınca “Ne var bunda, biz satmasak başkası satacak” diyerek zeytin yağı gibi üste çıkmaları… Önce yok dedikleri ticaretin var olduğu ortaya çıkınca sözüm ona yasak kararı alarak “İsrail’le ticareti tek yasaklayan hükümetiz biz” diye bundan da bir propaganda imkanı çıkarmaları…
İstanbul seçiminde aynı zarftan çıkan üç oydan muhalefetin kazandığını iptal ettirip kendi kazandıklarını geçerli saymaları…
Ele talkını verirken salkımı yutma becerisini sergileyebilen kişilere dair bir Nasrettin Hoca fıkrası da vardır: Hoca, cemaate “Kızlarınız süslenip püslenip sokağa çıkmasınlar” diye öğüt verirken, oradakilerden biri “İyi de hoca, senin kız da bunu yapıyor” diyecek olmuş. Cevap: “Ama yakışıyor bizimkine!”