Geçtiğimiz hafta sonunda Macarlar sandığa gidip ülkelerini bir dönem daha yönetmek üzere mevcut başbakanlarına yeniden yetki verdiler. Aslında seçim öncesi yapılan kamuoyu anketlerinin zaten haber verdiği bu sonuç Türkiye’de şaşılacak derecede ilgi ve yankı uyandırdı. Bizim toplumda dışarıda olup biten siyasi gelişmelere duyulan merak pek fazla olmadığı için şaşırtıcıydı bu ilgi. Ancak Macaristan seçiminin bu derecede ilgimizi çekmesi sebepsiz değildi elbette.
Macar Başbakanı Orban popülist politikalarıyla bütün dünyanın dikkatini çeken bir siyasi figür olarak zaman zaman bizim cumhurbaşkanına benzetiliyor. O da tıpkı Erdoğan gibi sık sık özellikle Batı kamuoyunun tepkisine yol açan birtakım açıklamalar yapıyor. Ülkesindeki muhalefete, basına ve sivil topluma karşı sert önlemlere başvuruyor. Yargıyı kontrol altında tutmakla suçlanıyor. AB üyesi bir ülkenin lideri olmasına rağmen Rusya ile ilişkilerine özel önem veriyor. Kovid aşısını bile Alman veya İngiliz firmalarından değil, Rusya’dan ve Çin’den aldı.
Muhaliflerini dış güçlerin destekçisi olmakla suçluyor. Batı ülkelerinin kendisini devirmek için uğraştığını savunuyor. Aslına bakarsanız iktidara ilk geldiği zamanlar epeyce “Batı yanlısı” bir siyasetçiydi Orban. Sonradan ülkede yaşanan sıkıntıların sorumlusu olarak dış güçleri işaret etmenin faydasını keşfetti. Popülizme yöneldi.
***
Yalnızca iktidarın benzerlikleri değil, muhalefetteki benzerlikler de ilgi çekici elbette... Orban’ın karşısındaki altı muhalefet partisinin güç birliğine girişmiş olması ve bu ittifakın 2019’daki yerel seçimde başkent Budapeşte’nin yönetimini iktidarın elinden almış olması gibi…
Bu benzerlikler iki ülkedeki siyasi bloklar arasında bir tür paralellik olduğunun vehmedilmesine yol açıyor olmalı. Bu yüzden iktidar taraftarları seçimin sonucuna seviniyor, muhalifler tedirgin oluyorlar. Oysa benzerlikler çok derin sayılmaz. Daha doğrusu her iki ülkedeki iktidarların karakteri benziyor birbirine ama muhalefet yapıları çok fazla benzemiyor.
İktidarların siyasi karakterlerinin benzerliği daha önce Trump’a ve Putin’e de sempati oluşturmuştu bir çevrede. Şimdi de Orban’ın seçim zaferini milliyetçi ve İslamcı argümanlarla kutluyorlar. Oysa Türkiye’deki bir İslamcının veya bir milliyetçinin Macaristan’daki siyaset mücadelesinde iktidar partisine sempati duyması tuhaf bir çelişki, çünkü bu ülkede Türkiye’nin dostu olan kesim muhalefette. İktidar partisinin dilinde ise Türkiye ve Türkler adeta kötülüğün simgesi. Genel olarak İslam ve Müslümanlar da öyle.
***
Türk ve Macar muhalefet blokları arasındaki benzerlik de altı parti detayından fazla ileride sayılmaz. Görüldüğü kadarıyla Macaristan’da muhalefet insicamdan mahrum durumda. Tavanda teşkil edilen ittifak tabanda karşılık bulamamış. Muhalefet bloku içindeki bazı partilerin kendi aralarındaki anlaşmazlık ve çekişmeler iktidarla olan ihtilaflardan daha derin. Çünkü aşırı sağdan aşırı sola çok geniş bir yelpaze söz konusu. Dolayısıyla ortak bir dil geliştirmeyi başaramamışlar. Ortak aday konusunda da ancak halkta karşılığı olmayan bir kişi üzerinde mutabakat sağlanabilmiş.
Türkiye’deki altı partili ittifak blokuna bakıldığında ise farklı siyasi çizgileri temsil etmelerine rağmen bir uyum yakalandığı ortada. Tabanda da tavanda da seçimi riske atabilecek derecede bir çelişki yok. Üstelik burada 2018 ve 2019 seçimlerinde ittifak problemsiz çalıştı. 2019 yerel seçiminde çok önemli bir başarı da sağlandı. Diyeceksiniz ki Macar muhalefeti de 2019’da güçlerini birleştirerek Budapeşte Belediyesini iktidarın elinden aldılar. Evet ama Macar muhalefeti yalnızca başkentte başarılı oldu. Türkiye’de ise ülkenin her yanında seçim işbirliği problemsiz işledi.
Ancak hem iktidar hem de muhalefet cephesi açısından Macaristan örneğinden çıkarılması gereken birtakım “dersler” bulunduğu muhakkak.
***
Orban’ın seçim başarısında bir dizi faktör rol oynadı. Seçim sisteminde yaptığı değişiklik ilk dikkat çekenlerden biri… Batı ülkelerine göç etmiş yüzbinlerce eğitimli genç Macar’ın oy kullanmasının zorlaştırılıp başka ülkelerin vatandaşı olan etnik Macarların oy kullanmalarına imkan verilmesi gibi düzenlemeler kimilerine göre sonuçlarda etkili oldu.
Ama asıl önemlisi Başbakan Orban’ın usta işi siyasi hamlelerine muhalefetin cevap vermekte yetersiz kalışıydı. Tam seçim arifesinde Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi Orban için büyük bir şans oldu. Krizi fırsata çevirdi bir anlamda. Muhalefet partileri işgale karşı çıkıyor ve ülkelerinin Ukrayna’ya destek vermesini istiyorlardı. Orban ise “Bu bizim savaşımız değil, başkalarının savaşında Macar çocuklarının zarar görmesine izin vermem” diyerek başarılı bir demagojiyle yakınlarındaki savaşın tedirginliğini yaşayan Macar halkına hem duymak istediği şeyleri söyledi hem de muhalefetin bu konudaki tutumu hakkında ciddi bir kuşku uyandırmayı başardı.
Aslında muhalefetin de ülkeyi savaşa sokmak gibi bir niyeti yoktu belki ama Rusya karşıtlığını halka milli bir siyaset olarak sunamadılar. “Bunlar yönetime gelecek olurlarsa ülkeyi savaşa sürükleyecekler” propagandasının seçimin sonucu üzerinde etkili olmasında muhalefetin derdini anlatmakta başarısız olmasının da payı vardı yani.
Karşı propagandanın acımasızlığını unutmamak lazım bu arada. Öyle ki bir bakan çıkıp muhalefet adayının Zelenskiy ile gizlice görüştüğünü ve “Seçimi kazanırsak Ukrayna’ya askeri destek vereceğiz” dediğini ileri sürdü. “Akşener ve Karamollaoğlu Kandil’de PKK ile işbirliği belgesi imzaladılar… Altı partinin deklarasyonu onay için bir büyükelçiliğe gönderildi” gibi suçlamaları hatırlatan bu iddia yalanlandı ama galiba atı alan Üsküdar’ı geçti bu arada. Benzer şekilde 2018 seçiminde de muhalif Jobbik Partisi’nin o günkü lideri Gabor Vona’nın “Müslüman olduğu” iddiası iktidar yanlısı gazetelerce ortaya atılmış ve Hristiyan kimliğinin önemli olduğu Macaristan’da bu iddia muhalif siyasetçinin başını ağrıtmıştı.
Medyayı baskı ve kontrol altında tutmakla kalmıyor, başarıyla da kullanıyor elindeki imkanları Orban yönetimi…
Son olarak, Orban’ın seçim zaferindeki etkisi pek konuşulmayan akıllıca bir siyasi taktiğe de dikkat çekmek gerekir. İktidar partisinin girişimiyle parlamento seçiminde Macar halkı ayrıca bir referandum için de oy kullandı. “18 yaşından küçükleri eşcinselliğe ve cinsiyet değişikliğine teşvik etmeyi yasaklayan” bir düzenlemeye evet veya hayır demek gerekiyordu. Muhalefetin “homofobik” diyerek karşı çıktığı ve AB’nin çok sert tepki gösterdiği yasa teklifi muhafazakar ağırlıklı seçmenin oy tercihini etkilemiş olmalı.