Diyanet İşleri Başkanlığı bu yıl Ramazan fitresinin bedelini “70 TL” olarak duyurdu. Peki neden 70 TL?
Neye göre belirleniyor bu tutar?
Diyanet, söz konusu miktarın tespiti için “hem dinî hem de sosyoekonomik şartların göz önünde bulundurulduğunu” açıklamış. Oysa dinî boyutu bir yana, sosyoekonomik açıdan tatmin edici sayılamaz açıklanan tutar.
“Sosyoekonomik” açıdan bakarsanız, mesela İstanbul gibi büyük şehirlerde en mütevazı lokantada bir tabak yemeğin fiyatı artık 70 TL. Yani bugün Türkiye’de bir insanın tek öğününe ancak yetecek bir paradan bahsediyoruz.
Demek ki “bir insanın günlük gıda ihtiyacını karşılaması” için yeterli olmayan bir miktar bu. Ne var ki Diyanet’in elindeki “fıkhî ölçü” fazlasına el vermiyor. Öyleyse en başta bu ölçünün dini açıdan “maksada muvafık” olup olmadığının tartışılması lazım.
Bilindiği üzere, Hz. Peygamber devrindeki uygulama fitrenin arpa, kuru üzüm ve hurma gibi gıda maddelerinden bir sa’ (yaklaşık üç kg), o devirde ve o coğrafyada daha değerli olan buğdaydan ise yarım sa’ olarak verilmesi şeklinde. Çünkü o günkü “sosyoekonomik şartlar” bu ölçüyü uygun kılıyor. İnsanlar o devirde ve o coğrafyada ancak bu adı geçen gıda ürünlerini bulup tüketiyorlar ve yoksullara yardımı da kendi yiyeceklerinin bir bölümünü paylaşmak suretiyle yapıyorlar. Burada problem yok.
Ne var ki bilahare iki önemli problem ortaya çıkıyor: Öncelikle asrısaadetten sonra bu işin kurallarını belirlemek üzere harekete geçen fıkıhçıların çoğunluğu fitre sadakasının yalnızca hadislerde zikredilen bu dört gıdadan (ayni olarak) verilmesi gerektiğini söylüyorlar. Yani ya bir buçuk kilo buğday ya üç kilo arpa ya üç kilo kuru üzüm ya da üç kilo hurma vereceksiniz. Peygamber efendimiz öyle söylemiş, biz ondan daha iyi mi bileceğiz diyorlar.
Buna karşı Ebu Hanife ise -hükmün maksadına dikkat çekerek- söz konusu miktarın değerinin nakdi olarak verilebileceği, hatta bunun daha uygun olacağını savunuyor. Yakın zamanlarda -değişen “sosyoekonomik şartlar” itibarıyla mecburen- nakdi ödeme yöntemi çoğunlukça da fiilen benimseniyor.
Ancak problem bitmiyor. Çünkü fitrenin bedeli yine buğday, arpa, kuru üzüm ve hurma fiyatları üzerinden hesaplanmaya devam ediliyor. Bugün Diyanet’in açıkladığı 70 TL de bu şekilde belirlenmiş olan bedel.
Galiba adı geçen gıda maddelerinin güncel değerlerinin ortalaması alınarak oluşturuluyor.
Oysa şunu düşünmek gerekmiyor mu: Allah’ın ve elçisinin bizden istediği şey Ramazan Bayramından önce bir yoksula üç kilo arpa veya hurma vermemiz mi yoksa bayram sevincini o kardeşlerimizin de hissetmesi için elimizdekilerin bir bölümünü paylaşmamız mı?
Cevabımız ikincisi şık ise bunun ölçüsünün “sosyoekonomik şartlar” itibarıyla değişken olabilmesi gerekmez mi?
Şu da var: Bugünkünden çok farklı “sosyoekonomik şartların” söz konusu olduğu bir devirde insanların hayatlarını idame ettirmek için yalnızca günlük gıda ihtiyaçlarının temini yeterliyken bugün kira, ulaşım, ısınma, çocukların eğitim masrafları gibi birçok başka ihtiyaçların da giderilmesi icap ediyor.
Bugün dar gelirli bir aileye verilecek 70 TL bu insanların toplumdaki bayram sevincini paylaşmalarını sağlayabilir mi?
Bu tutarın asgari miktar olduğunu, isteyenin gönlüne göre arzu ettiği kadar infak edebileceğini hocalarımız belirtiyorlar gerçi ama bunun pratikte dikkate alınmasını beklemek maalesef gerçekçi değil.
Burada durumu çetrefilleştiren bir başka mesele de Ebu Hanife ekolünün söz konusu görevi zekât nisabına sahip olanlara yüklemesine karşılık diğer fıkıhçıların ekseriyetine göre fitre sadakasının zengin fakir her Müslümana farz sayılması. Hanefilerin çoğunlukta olduğu ülkemizde bile uygulama bu ikinci görüş doğrultusunda. Bu bakımdan fitre miktarının üç kilo buğday seviyesinde tutulması -geçmişteki uygulamanın aksine- bugün “yoksulların yoksullara sadaka vermesini” de temin ediyor.
Dolayısıyla -fetva vermek haddim değil ama- bugünkü “sosyoekonomik şartlar” itibarıyla söz konusu dinî görevin “maksadını” gerçekleştirmek için “buğday, arpa, kuru üzüm, hurma” ölçüsünün değiştirilmesinin düşünülmesi gerekmiyor mu?
Bugün insanlar iaşelerini arpa buğday hurmayla sağlamıyor ki!
Bakkaldan yağ, fırından ekmek, kasaptan et vs. almak zorundalar. Buna karşılık kendi evlerine et, yağ, pirinç vs. alabilen kişilerin yoksullara arpa buğday hurma fiyatları üzerinden yardımda bulunması fitre görevinin İslam’ın öngördüğü amacını yerine getirmiş oluyor mu?
Hz. Peygamberin uyguladığı ve Müslümanların da uygulamasını istediği fitre ibadeti ile bugün bizim uyguladığımız “adet” aynı fonksiyonu görmüyor sonuçta. Kabul etmek gerekir ki ters giden bir şeyler var burada.
Ancak asıl problem fitrenin miktarı vs. değil. Fitre konusunun nispeten önemsiz bir örneğini oluşturduğu asıl problem bilhassa sosyal hayata ilişkin dini hükümlerin amacının değil belirli bir devirdeki uygulama şeklinin esas alınmasını öngören zihniyet. Daha doğrusu, belli bir zaman diliminden itibaren Müslümanlar için fıkhın din haline gelmiş olması. Üstelik fıkıh disiplininde artık “içtihat kapısının” kapandığının kabul edilmesi. Yani eski alimler bir konuda nasıl bir hüküm koymuşlarsa artık onun dışında yeni bir yorumun yapılamayacağı görüşünün benimsenmesi.
Bu yaklaşımın sonucu ise klasik fıkıh sistemlerinin teşekkülünün tamamlandığı en geç 10. asırdan sonraki toplumsal değişmelerin hiçbiri dikkate alınmadan bin sene önceki “sosyoekonomik şartlara” göre belirlenmiş kuralların ve uygulama şekillerinin bugün dinin gereği, hatta dinin kendisi olarak sunulması oluyor.
Ama bu elbette gazete yazarlarının çözebileceği bir mesele değil.