Milletin kanı donarak izlediği “yenidoğan çetesi” olayı ahlakın, vicdanın, merhametin yani bütünüyle insanlığın alçala alçala yerin yedi kat dibine kadar inebildiğini gösterdi bize. Ancak yıllarca hiçbir kurumun haberi olmaksızın devam etmiş bu büyüklükteki bir organizasyonun bize gösterdiği bir şey daha var: Devletin artık büyük ölçüde devlet olmaktan çıktığı gerçeği. Devletin bütün kurumlarıyla ve bütün fonksiyonlarıyla beraber ortalıktan çekilmiş olduğu gerçeği. Siyasi iktidarın olanca gücüne karşılık devletin neredeyse hiçbir gücünün kalmadığı gerçeği.
Yenidoğan çetesi skandalında ilginç bir detay dikkatimi çekti: Bu tür olaylarda muhakkak devlet içinden kimi işbirlikçilerin olması gerekir. Yolsuzluk sivil kişilerin kendi başlarına işledikleri bir suç çeşidi değildir. Ancak söz konusu olayla ilgili hazırlanan fezleke ve iddianame içeriğine bakılırsa burada suça karışan tek devlet memuru ambulans şoförü görünüyor.
Bu durumda ya işin içindeki devlet görevlileri himaye ediliyor ya da söz konusu çete devlet içinden yardıma veya işbirliğine ihtiyaç duymaksızın yapacağını yapabiliyor. Her iki durumda da devletin iflasını izliyoruz demektir.
Son yıllarda devlet makinasının iyice yönetilemez hale gelmiş olduğu aşikar. Buradaki çelişki de aşikar. Bu ülkenin tarihinde bugüne kadar görülmüş en güçlü iktidar bir yanda... (Yargı elinde, asker elinde, polis elinde, medya elinde, sermaye elinde. Hatta cemaatler, tarikatlar, dernekler, vakıflar bile elinde…) Öbür yanda ise yönetilemeyen, çalıştırılamayan, işletilemeyen bir devlet makinası…
Geçenlerde de yazmıştım, “AK Parti iktidarlarının ikinci on yılı” boyunca oluşturulan şahıs yönetimi giderek güçlendi ama güçlendikçe yönetme kabiliyeti de giderek azaldı. Çünkü devleti devlet yapan unsurlar etkisizleştikçe devleti yönetmek de giderek zorlaşır. Çünkü siyasetin gücünü de devlet kurumlarının uyumunu da hukuk sağlar. Hukukun üstünlüğünü tanımayan bir siyasi düzen gücünü başka yerlerden almak zorundadır. O başka yerlerin sağladığı güç ise devlet mekanizmasını işletmeye yarayan bir güç değildir.
Biliyorsunuz ki Türkiye’de son dönemde yasama ve yürütme kuvvetleriyle birlikte yargı kuvveti de merkezî yönetime bağlandı. Devletteki denetleyici kurumlar da fiilen ortadan kaldırıldı. Böyle bir ortamda mafyatik yapılanmaların, yeraltındaki illegal faaliyetlerin ve yolsuzlukların üzerine gidebilecek bir güç yok.
Ekonominin ne halde olduğunu herkes görüyor. Dış politikayı büyük ölçüde iç politikanın oyuncağına dönüştürdükleri de az çok görülebiliyor. Bununla birlikte tarımda, eğitimde, sağlıkta, güvenlikte vs. ne halde olduğumuzu şimdilik konunun ilgilileri biliyor.
Önceki gün İskender Öksüz Hoca KARAR’daki köşesinde Uluslararası Şeffaflık Örgütü‘nün ölçümlerine dayanarak hazırladığı bir grafik paylaştı. Buna göre Türkiye’nin yolsuzluk endeksindeki yeri 2002’den itibaren hızla aşağılara doğru gidiyor, yani yolsuzluk giderek azalıyor bu dönemde. Ancak grafikte okun aşağıya doğru ilerleyişi ancak 2011’e kadar devam ediyor.
2012’den sonra ise devamlı yukarı çıkıyor. Her yıl biraz daha yukarı çıkarak bugünkü seviyesine ulaşıyor. Bugünkü seviye yola çıkılan 2002 seviyesinin bile üstünde.
İskender Hoca 2002 ile 2011 arasındaki eğimi “IMF ve Kemal Derviş yapısal reformlarını izleyen yıllarda hızlı bir düzelme” diye tanımlıyor.
Bahsedilen tarih aralığı benim “AK Parti iktidarlarının ilk on yılı” şeklinde kategorize ettiğim süreç. Devlet kurumlarının tabiri caizse otomatik modda çalıştığı bir dönemdi bu. Dolayısıyla “IMF ve Kemal Derviş yapısal reformları” başarıyla uygulanabildi.
“İkinci on yıl”da ise başlangıçta “eşitler arasında birinci” durumunda olan genel başkanın “reislik” makamına terfi etmesinin ardından devlet yönetiminin de reislik sistemine geçmesine şahitlik ettik. Günümüzdeki anlamıyla kurumların tecrübe birikimi, anayasanın sınırları, yargının ve parlamentonun denetim yetkisi, sivil toplumun görüşü, basının eleştirisi vs. olmadan yürütülen bir “yönetim modeli”nden söz ediyoruz.
2002’den 2011’e kadar sürekli azalan yolsuzluk algısının 2012’den bugüne kadar devamlı yükseliş içinde olmasının sebebi bu modelin devlet makinasını işletmeye uygun olmamasından başka bir şey değil. Şu da var ki benzer grafikler ekonomideki, tarımdaki, eğitimdeki, sağlıktaki vs. ilerlemeler ve gerilemeler için de yapılsa aynı tablo çıkar karşımıza. Nitekim döviz kuru ve enflasyon gibi konulardaki grafikler yolsuzluk algısı eğrileriyle hemen hemen aynı.
Demek ki bugünkü sorunların çözüm yollarını ararken öncelikle bu sorunların ortak kaynağını tespit edip yola öyle çıkmak gerekiyor.