Ankara’nın epeydir sorun yaşadığı İsrail başta olmak üzere Suudi Arabistan, Mısır, BAE ile ilişkilerini “normalleştirme” yolunda attığı adımlar bir zorunluluğun sonucu. ABD’de -niye bu kadar gönülden desteklediğimizi bilmediğimiz- Trump idaresi yıkıldıktan sonra Biden ile arayı düzeltmek için bunları yapmaya mecburduk. Ama bu kadar ihtilafı, bu kadar çatışmayı taşıyacak halimiz de yok zaten.
Şimdi atılan bu adımları ellerini acıtacak kadar şiddetle alkışlıyor birileri. Daha önce de aksi yöndeki hesapsız adımları var güçleriyle alkışlayanlarla aynı kişiler bunlar. İktidar ne yapsa alkışlayanlar. İyi, güzel de.. bugün aramızı düzeltmek için onca uğraş verdiğimiz bu ülkelerle arayı niye bozduk?
Diyorlar ki kavga çıkaran taraf biz olsak da neticede haklı olan taraftık. Peki, şimdi ne oldu? Haklı olmaktan vaz mı geçtik? Yoksa haklılık iddiamızı mı terk ettik? Cevabı bilinen sorular bunlar…
Peki bu süreçte ne kazandık ne kaybettik? Üstelik şimdi arayı düzelteyim derken daha büyük yanlışlar da yapılıyor, ülkenin geleceği adına başka risklere de kapı aralanıyor. Söz gelimi Cemal Kaşıkçı olayının, bırakın toplumun hukuk duygusunda ve vicdanlarda açtığı yarayı, Türkiye’nin itibarına verdiği zarar nasıl onarılacak? Körfez emirliklerinin ekonomik kriz yaşamakta olan Türkiye’deki birtakım ticari varlıkları satın almaya yönelik iştahları milli çıkarlarımıza halel gelmeden nasıl doyurulacak?
***
Dış politikayı iç politika malzemesi yapma hesapsızlığının sonucu başka türlü olabilir miydi? Olamazdı. Boşuna dilimizde tüy bitene kadar itiraz edip durmadık 2011’den beri yapılan yanlışlara... Ne var ki milli çıkarlar ancak propaganda söylevlerinin malzemesi olarak akla geliyorsa bu tür itirazlar -hem de gayrı millilik suçlamasıyla- size geri bile dönebiliyor.
Ama bu ülkeyi sokakta bulmadığımıza göre ne olursa olsun yanlışlara karşı sesimizi çıkarmak, doğruların istikametini göstermek zorundayız. Bilhassa bizimki gibi bir coğrafyada -ve ayrıca mevcut şartlarda- Türkiye’nin güvenliğini ve milli hedeflerine ulaşmasını sağlayacak yolu 2016’dan itibaren KARAR’da “Dostları çoğaltmak, düşmanları azaltmak” şeklinde formüle etmeye çalışmıştım. Sonra bir baktık ki bu laf iktidar partisinin sloganı olarak kullanılmaya başlandı. Ama tam aksini yapıp dostları azaltmaya, düşmanları çoğaltmaya devam ettiler.
Çünkü dışarıda birileriyle kavga ediyor görünmek içeride kazanç getiriyordu. Bir taşla da iki kuş vuruluyordu. Hem halkın bir kısmının gözünde ülkedeki sıkıntıların sorumluluğu düşmüş oluyordu iktidarın üzerinden hem de seçmen tabanını bir arada tutabiliyordu bu yolla.
Türkiye’nin milli çıkarlarının nerede olduğu ise umursanmıyordu. Bunu sorgulamaya kalkışanlar kolayca dış güçlerin dostu olarak yaftalanabiliyordu. Dolayısıyla dış politika sahası bugün büyük bir enkaz durumunda.
***
Ne yazık ki yalnızca dış politikada değil, nerdeyse her alanda ölçüsüzce atılan adımların sonucunda benzer birer hasar tablosu oluştu son yıllarda. Ekonomi ortada… Eğitimin kalitesi ortada… Sağlık sisteminin geldiği yer ortada… Tarımdaki halimiz ortada… Hukuksuzluklar, yolsuzluklar ortada…
Bütün bunlara karşılık, iktidar sözcüleri ekonomideki sıkıntıların dünya liderliğimizin küçük bir bedeli olduğunu iddia ediyorlar. Bir taraftan bu propagandayı sürdürüp öbür taraftan İsrail’le, Suud’la, Abu Dabi ile barışmaya çalışmak (ve elde kalan para edecek kamu şirketlerini bunlara satmaya uğraşmak) çelişki gibi görünse de bu hiç problem değil “çekirdek seçmen”in gözünde. Burası bardağın dolu görünen tarafı iktidar açasından. Unutulmasın ki “Cumhurbaşkanımız Ay’a 4 şeritli yol yapacağız dese inanacak seçmenimiz var” açıklaması yapmıştı eski ekonomi bakanı.
Ama diğer yandan bardağın boş bir tarafı da var: Bu her şeye inanmaya hazır çekirdek seçmenin desteğini sürdürmesi seçim zaferini garanti etmiyor. Çünkü yüzde 50’nin üzerinde oya ihtiyaç var seçimi kazanmak için. Aya dört şeritli yol yapılacağına inanabilecek kesim o kadar kalabalık değil.
Geri kalan seçmenin ise gözünün önünde ne yapsanız gözden kaçırılamayan gerçekler duruyor: Çivisi çıkmış bir devlet mekanizması… Nasıl ve hangi sürede onarılabileceği belirsiz büyük bir ekonomik hasar… Siyasetin dilinin böldüğü, ayrıştırdığı, kutuplaştırdığı, huzurunu kaybetmiş bir millet…
***
Yirmi yıllık AK Parti iktidarları devrinin ilk on yılında iyi kötü birtakım ekonomik ve toplumsal gelişmeler yaşandı, ikinci on yılında ise tepe taklak bir düşüş. Türkiye’yi yeniden 2002’de teslim aldığı duruma geri döndürdü bu parti.
Bu demektir ki iktidar partisinin son on yılda kendi yaptıklarını yıkma yolundaki ısrarlı çabaları sonucunda Türkiye en az yirmi yılını kaybetti.
Neyin uğruna?