Seçimin üzerinden henüz iki yıl geçti, bir sonraki seçime daha üç yıl var. Ama sanki yarın seçim olacakmış gibi bir hava esiyor memlekette. Yalnızca bu değil, “siyaset normalleri”ne uymayan başka bir tablo daha göze çarpıyor: Normal şartlar altında muhalefet iktidarın yaptıklarıyla uğraşır, eleştirir, yol gösterir. Bizde iktidar bunları muhalefete karşı yapıyor. “Normal şartlarda” kendi işine odaklanması, ülkenin sorunlarıyla uğraşması, elindeki ajandayı uygulamaya çalışması, millete verdiği sözleri yerine getirmek için çabalaması gereken iktidar partileri daha ziyade “muhalefete muhalefet etmekle” meşgul görünüyorlar.
Muhalefete muhalefet etmenin bazı faydaları olabilir aslında. Kendi tabanını diri tutmaya yarayabilir mesela. Karşı tarafın tehdit kaynağı olarak görülmesi ve bu tehdidin sürekli gündemde tutulması tabanda bir dağılma, bir gevşeme, bir erime yaşanmasını engelleyebilir.
Ortadaki problemlerin sorumluluğunu başkalarının üstüne atmanın da siyasi kazanca dönüşmesi mümkün. Sözgelimi vaktiyle FETÖ’nün devlet kurumlarına sızıp yerleşmesinin suçlusu olarak CHP’yi gösterdiğinizde CHP’nin aynı suçlamayla sizin karşınıza çıkmasının önünü almış olursunuz. Böylece bir taşla iki kuş vurmuş olursunuz. Ekonomide yaşanan problemlerin sebebi olarak dış güçlerin saldırılarını göstermek de aynı şekilde duble kazanç sağlamaya yönelik bir tutum. Hem tabanını “dış tehdit ve saldırılara” karşı heyecanlandırıp konsolide etmeye hem de kendi suçunu başkasının üstüne atıp başarısızlık suçlamasından kurtulmaya yarayacak bir hamle.
* * *
Ne var ki belirli bir süredir uygulanan ve bir yere kadar sonuç da veren bu stratejinin ilânihaye fayda sağlamasını beklemek şartları fazla zorlamak olur. Ülkenin onca büyük meselesi giderek içinden çıkılmaz noktaya doğru ilerlerken, sürekli muhalefete muhalefet ederek toplumdan destek bulabilmek kolay değil artık. İktidar partilerinin tabanının bile tamamını değil, ancak dar bir kesimini motive edebilecek siyasi söylemle yürünecek yol çok uzun olamaz.
Geçmişte kimlik siyaseti değil hizmet siyaseti yapmakla övünen bir partinin şimdilerde bütün siyasi stratejisini kimlik sembolleri ve ideolojik değerler üzerinden sürdürmeye mecbur kalışındaki trajedi bir yana, kimlik siyasetinin alıcı kitlesinin hiçbir zaman çok geniş olmadığı ortada. Bu çerçevede, Türkiye’nin muhafazakâr/milliyetçi/dindar toplum kesimlerinin neredeyse rüyası durumundaki Ayasofya konusunda dahi beklenen ölçüde bir heyecanın üretilememiş olması dikkate değer olmalı.
* * *
Öyle anlaşılıyor ki iktidar partileri durumun vahametinin farkındalar ve buradan bir çıkış arıyorlar. Ancak akla gelen çare sorunları çözmek ve vatandaşın desteğini sağlamaya yönelik değil. Çare olarak düşünülen şey muhalefeti parçalamak veya koalisyona yeni ortaklar eklemek. Böylece bir kere daha seçim kazanmanın yolunu bulmayı umuyorlar. Ne var ki Akşener’e “yuvaya dön” çağrısı yapmakla veya İnce’nin CHP oylarını bölmesini beklemekle elde edilmesi arzulanan sonucun matematik karşılığının olmadığını görmüyorlar. Belki de görmek istemiyorlar.
Erdoğan ilk defa böyle bir durumla karşılaştığı için ne yapacağını bilmiyor olabilir ama ortağı Bahçeli böylesi krizler konusunda tecrübeli bir siyasetçi. MHP lideri 1999’da ANAP ve DSP ile gerçekleştirdiği ilk koalisyon deneyiminde de hem bir ekonomik krizle hem de bir doğal afetle karşılaşmış ve bu iki sürecin yönetilmesinde gösterilen zaaf yüzünden çok ciddi bir oy kaybına uğramıştı. Hatta 2002 seçimi sonrasında iş başına gelecek olan AK Parti iktidarlarının da önünü açan Anasol-M hükümetinin başarısızlığıydı.
Bugün de bir yandan ekonomideki dev sorunların, bir yandan da küresel ölçekli virüs salgınının yönetilmesi gerekiyor. Ekonomi hakkında fazla bir şey söylemeye gerek yok maalesef. Başlangıç sürecinde birtakım hatalara rağmen hiç de kötü yönetilmeyen virüs salgını konusunda ise “normalleşme” kararı sonrasındaki “kontrolsüz gevşeme” gelecek günler için pek iyi olmayan sinyaller veriyor. Günlük yeni vaka sayısı yeniden binin üstüne çıktı ve hükümet yetkilileri bu konuda da hata yapıldığını kabul edemeyip -muhalefet partilerini de suçlayamadıkları için- “dikkatsiz ve ihmalkâr” vatandaşı suçluyorlar. Oysa bu “refleks” iktidar için iyi günlerin habercisi gibi görünmüyor.
* * *
Ekonomideki sorunun aynası siyaset: Dış kaynaklı sıcak parayla büyüyen -ve bu sıcak parayla dönen- ekonomi düzenimizin artık dışarıdan yatırım çekemediği için krizle karşı karşıya olması gibi, “hiç hata yapmayan, her konuda haklı olan” mevcut siyasi iktidar da “daima mağdur edildiği ve sürekli saldırı altında olduğu” iddiasıyla toplumdan çektiği krediyi harcayıp bitirdi son birkaç yıldır. Yeni kredi çekemeyeceğini biliyor, borçlarını üstlenecek yeni ortak arıyor.