Bu defa çualdızı başkasına, iğneyi kendimize batıralım: Biz gazete yazarlarının eleştirileri veya önerileri toplumun genelindeki talepleri ve beklentileri yansıtmaktan ziyade kişisel yaklaşımımızın veya kendi dar çevrelerimizdeki eğilimlerin ifadesi olmak durumundadır çoğunlukla. Bu da gayet doğaldır. Bilgisayar değiliz, insanız. Ama kendi sübjektif değerlendirmelerimizi toplumun geneline hakim görüş gibi sunarsak yanlış yapmış oluruz. Okurlarımızı da yanıltırız böyle yaparsak. Mamafih şu da var ki insan bazen kendi gördüğü şeyleri herkesin gördüğünü ve bu gördüğü şeyler hakkında kendi hissettiklerini herkesin hissettiğini zannedebiliyor. Dolayısıyla farkında olmadan yanlış bilgi vermiş oluyor bunları kağıda geçirirken.
Bu bakımdan öncelikle halkın nabzını tutması gereken siyasetçilerin bunun yerine gazete yazarları ne diyor diye dikkat kesilmeleri aradıklarını bulma hususunda sağlıklı sonuçlar vermeyebilir. Gazete yazarları, dediğim gibi, çoğunlukla geniş toplum kesimlerinin duygu ve düşüncelerini yansıtmaya çalışmazlar. Kendi şahsi fikirlerini açıklamak peşindedirler öncelikle. Elbette bunlar da istifade edilmesi gereken değerli fikirler olabilir. Zaten donanımı, dikkati, analiz kabiliyeti gibi özellikleri olmalıdır gazete yazarlarının ki okuyanlar okumakla bir şey kazansınlar.
İyi gazete yazarı okuyucusuyla paylaştığı analizleri hem kendi gözlemlerine ve kişisel bilgisine hem de ele aldığı konunun uzmanlarının ortaya koyduğu somut verilere dayandırarak yapar. Ekonomistlerin, tarihçilerin, ilahiyatçıların, siyaset bilimcilerin, hukukçuların ilah... görüşlerini güncel konuların mahiyetini anlamamız ve karşımızdaki sorunların nasıl çözülmesi gerektiğini görmemiz için önümüze getirir. Bu arada kendi yorumunu veya değerlendirmesini de en azından bir öneri olarak bize sunar.
Diğer yandan, toplumun nabzını tutup yansıtmak da gazete yazarından beklenen işlerden biridir tabii. Ancak gazete yazarının siyasi analizleri ve öngörüleri, objektif olmaya ne kadar gayret ederse etsin yine de kendi duygu ve düşünce dünyasının şekillendirdiği sübjektif değerlendirmelerdir.
***
Peki, ya siyasetçiler? Kimi gazete yazarlarının “Sağ partiler fazla milliyetçilik yaparsa merkezden oy alamaz…” veya “Sol partiler merkeze yaklaşırsa oy kaybeder…” gibi şehir efsanesi veya “siyasi batıl inanç” hükmündeki tavsiyelerini dinleyerek yolunu çizen veya kendisine bu doğrultuda çeki düzen veren siyasetçi var mıdır acaba?
“Zengin olmanın yolları” diye kitap yazan kişilerin hiçbiri servet sahibi falan olmadığına göre büyük paralar kazanmak isteyenlerin bu kitapları rehber edinmeleri pek akıllıca olmaz. Zenginler arasında böylesi kitaplar okuyup bu kitaplarda yer alan tavsiyeleri uygulamak suretiyle şimdi bulunduğu yere gelmiş olan kimse yoktur herhalde.
Aynı şekilde siyasetçinin de başarılı olmak için bu işin düz anlamda kitabını yazanlara değil, literal anlamda “kitabını yazanlara” bakması gerekir. Sıra dışı zekaları, iletişim yetenekleri, kişisel tecrübeleri ve hatta belki içgüdüleri sayesinde siyasette belirli pozisyonlara gelebilmiş olan kişilerin başka türlü davranması beklenemez zaten.
Nitekim gazete köşelerinde çıkan “Başbakan olmanın beş basit yolu… Cumhurbaşkanı olmanın yedi kolay formülü…” mealindeki birtakım yazılarda gerçekten keramet olsaydı yirmi yıldır AK Parti iktidarda olmazdı. Tayyip Erdoğan’ın yerinde bugün Cem Boyner olurdu.
***
Angaje kalemleri dışarıda bırakarak söylüyorum, bugünlerde birçok gazete yazarı -elbette iyi niyetle- muhalefet partilerine yol göstermeye çalışıyor. Kimileri önce aday tespit edilmeli, belirsizlik görüntüsü ortadan kaldırılmalı görüşünü savunuyor. Kimileri aday son aşamada ortaya çıkmalı, o güne kadar bu kişinin yıpratılması engellenmeli diyor. Kimileri ise adaydan önce ittifakın ortak vizyonu belirlenmeli diyor. Keza koalisyon protokolünün veya hükümet programının şimdiden ilan edilmesini gerekli görenler de var.
“HDP’yi aranıza almazsanız seçimi kazanamazsınız” uyarısını her fırsatta tekrarlayanlar da köşe sahipleri arasında epeyce bir yekun tutuyor…
Bu arada kimileri “Aday muhafazakar seçmenden oy alabilmeli” derken, kimileri de “Önemli olan Kürt seçmenden oy alabilmesi” diyor. “Sağcı adaya CHP tabanı oy vermez”ciler ile “CHP’li adaya sağcılar oy vermez”ciler birbirinden habersiz muhalefete seslenmeyi sürdürüyorlar. Aday genel başkanlardan biri olsun diyenlerle belediye başkanlarından biri olsun diyenler de öyle…
Bu yazıların hepsini birden okuyan insanların kafası karışıyor mudur, bilmiyorum. Ama bütün bu önerilere muhatap olan siyasetçilerin bunlardan etkilendiğini düşünmek abartı olur. Zaten altı ayrı parti var masada. Her biri başka bir gazete yazarını okuyup etkilense ortada masa kalmaz!
Şaka bir yana, siyasetçinin yol haritasını teorik kabuller değil, pratik zorunluklar çizer. Bu da değişkendir çoğunlukla. Onun için bazen “Dün dündür, bugün bugündür” gibisinden savunmalar yapmak durumunda kalırlar.
Demek ki gazete yazarlarının -ve bilumum aydınların ve toplum seçkinlerinin- ülkenin sorunlarına yönelik pratik çözüm önerileriyle meşgul oldukları kadar siyasette temel değerlerin ve ilkelerin ayakta kalması için çaba göstermeleri gerekiyor.
Ama ne olursa olsun, fikir zenginliği güzel bir şey. Doğruyu bulmak için tartışmak, farklı yaklaşımlara açık olmak zarar değil fayda verir ancak. Siyasette istişare ortamını yaşatmak, ortak akla ulaşmak için gayret göstermek hepimizin hayrına…
Değil mi ki Taocu felsefenin “Yüz çiçek birden açsın, bin fikir yarışsın” mottosunu Maocu felsefenin sloganı yapmış Mao. (Bilahare bütün çiçekleri ezip kendine canavar dedirtmiş olsa da…)
Değil mi ki bizim Namık Kemal de “Barika-i hakika müsademe-i efkardan doğar” demiş. Yani, hakikatin kıvılcımı fikirlerin çarpışmasıyla ortaya çıkar… Ama sonradan Süleyman Nazif’in bu söze “Çarpışanlar balkabağı ise ortalığa ancak kabakçekirdeği saçılır” ilavesinde bulunduğunu da unutmayalım.