Şam rejiminin askeri güçlerinin Afrin’e girme hazırlığı yaptığına ilişkin haberler ABD Dışişleri Bakanı’nın iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların çözüm yollarını görüşmek üzere gerçekleştirdiği Ankara ziyaretiyle eş zamanlı olarak gündeme gelmişti. Bu detay önemli.
Moskova’nın bu görüşmelerden rahatsızlığını çeşitli yollarla ifade ettiğini de biliyoruz. Türkiye’nin Afrin’de kimyasal silah kullandığına ilişkin “haber”lerin Rus kaynaklı olduğunu, Washington’un ise buna karşı alışılmışın dışında çok keskin ifadelerle “kesinlikle ihtimal dışı” açıklaması yaptığını da hatırlayalım…
İşin aslı şu ki Suriye iç savaşının doğal sonucu olarak ortaya çıkan “PYD bölgeleri” iki büyük gücün nüfuz bölgelerine dönüşmüş bulunuyor. PKK-PYD temelde “Rus yapımı” bir örgüt olsa da öteden beri başka güçlerle de kısa veya uzun vadeli iş birlikleri geliştirebilen bir yapı. Bölgede ciddi çıkarları ve buna bağlı hesapları olan Washington bu örgütün “müşteri” listesinin en başında yer alıyor. Son zamanlarda konjonktüre bağlı olarak gelişen bu “iş ilişkileri” neticesinde Fırat’ın doğusundaki Kobani ve Cezire kantonları diye adlandırılan kısımda ABD etkisi baskın duruma geldi. (IŞİD’in geriletilmesi sürecinde YPG Fırat’ın batısına geçip Münbiç ve civarını da işgal etti biliyorsunuz. Ama Afrin’le birleşme hesaplarını Fırat Kalkanı Harekatıyla devreden çıkarttık.)
Kobani ve Cezire kantonları ile arasında kara bağlantısı kurulamayan Afrin ise Rus kontrolü altında kaldı. Dolayısıyla bizim Afrin’deki terör unsurlarına yönelik başlattığımız Zeytin Dalı Harekâtı Rusya’nın iş birliği sayesinde gerçekleşebildi. Söz gelimi Ruslar buradaki hava sahasını bize açmamış olsalar bu harekâtı yapmak mümkün olmayabilirdi. (Nitekim geçenlerde belirli bir süreliğine hava sahasını kapattıklarında operasyonların işleyişi etkilendi.)
***
Peki, Moskova bize bu “iyiliği” neden yaptı? Hatırlanacak olursa, o dönemde bizim böyle bir harekata girişmemizin zorunlu ve haklı olduğunu kabul eden bazı uzmanlar arasında bile Rusların niyetleriyle ilgili kuşku belirtenler vardı. Ancak ülkemize yönelik tehditler konusunda Washington ile bir türlü uzlaşma zemininin bulunamaması söz konusu harekata artık zorunluluk kazandırmış bulunuyordu. Diğer yandan Putin yönetiminin bölgede Amerikan nüfuzunun yükselişine karşı böyle bir hamleyi desteklemesi mantıksız görünmüyordu. Gelgelelim Rusların kendi kontrolleri altındaki bir bölgenin Türk nüfuz bölgesi haline dönüşmesine bu kadar kolayca rıza göstermelerini Kremlin’in Ortadoğu’ya veya Doğu Akdeniz’e yönelik bilinen ihtirasıyla telif etmek kolay değil.
Zeytin Dalı’na gelinen süreçte iki ülke arasında gelişen iş birliği arayışlarının ve buna yönelik bazı pratiklerin temel motivasyonu ABD’nin bölgeye ilişkin hesapları ve attığı adımlar karşısında oluşan ortak çıkar ve ortak tehdit algılarıydı. Ne var ki Türkiye’nin diplomasi terazisinde kuzey komşusuyla “konjonktürel” ortaklığının karşı kefedeki “doğal jeostratejik” ortaklıktan ağır basması kolay olmayacaktı. Rusya’nın bu yöndeki kuşkusunu hiç elden bırakmadığını süreç içinde gördük. Keza Türkiye de NATO’daki ortağından gelen yumuşama ve normalleşme yaklaşımını hiç düşünmeden geri çevirme lüksüne sahip olmadığını gösterdi.
***
Esad güçlerinin “YPG’ye yardımcı olmak üzere” Afrin’e girme kararının Türkiye’ye yönelik bir pazarlık veya tehdit amacıyla mı ortaya atıldığı, yoksa ortaya çıkan fırsatı Şam rejiminin egemenlik alanını genişletmek üzere kullanmak mı istendiği henüz belirsiz…
Ancak, dışarıdan bakıldığında, ikili ilişkileri normalleştirmek için Ankara’ya gelen ABD Dışişleri
Bakanı Tillerson ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında gerçekleşen “üçbuçuk saatlik tercümansız görüşme”ye karşı bir hamle gibi görünüyor karşımızdaki gelişme…