CUMARTESİ YAZILARI
İskilipli Atıf Hoca’nın idam edilmesinde Süleyman Nazif’in yazdıklarının rolünün olup olmadığı meselesini tartışmaya açtığımız geçen haftaki yazının bir yerinde aslında kültürel/ideolojik anlamda milliyetçi ve İslamcı sayılması gereken Nazif’in “siyasi çözüm” olarak Osmanlıcılık projesini savunduğunu, Türkçülük ve İslamcılık aleyhindeki en sert yazılara imza attığını hatırlatmıştık.
İstanbul’un işgali sırasında gayrimüslim vatandaşlarımızın düşman ordusunu sevgi tezahüratıyla karşılamasına öfkelenen Süleyman Nazif bütün milletin hislerine tercüman olan “Kara Bir Gün” yazısıyla o gün “Osmanlıcılık” görüşünü terk etmiştir. Bu yazının kamuoyunda uyandırdığı heyecan -ve bilahare Pierre Loti gecesinde yaptığı bir konuşma- yüzünden Süleyman Nazif’in Malta sürgününe gönderildiğini anlatırken parantez içinde şöyle bir ifade kullanmıştık: “Aslında bilinen kişiliği hesaba katıldığında o dönemde Malta’da olmasaydı Millî Mücadele’ye de muhalefet edebilirdi diye düşünülebilir.”
Bu cümleye itiraz edenler oldu. Böyle bir konuda tahmine dayalı bir yorum yapmanın doğru olmadığını, özellikle de Kara Bir Gün yazarı için Millî Mücadeleyi desteklemediği tahmininde bulunmanın mantık dışı olduğunu, niyet okuması yaptığımı vs… söyleyenler çıktı.
Bu sırada değerli üstadımız D. Mehmet Doğan da konu hakkında kendisinin eski tarihli bir araştırması olduğunu hatırlatarak “İslam Şairi İstiklal Şairi Mehmed Akif” kitabının Süleyman Nazif ile ilgili bölümünü gönderme lütfunda bulundu. Sözkonusu döneme ait bazı tanıklıkların yanısıra Süleyman Nazif’in 1 Şubat 1926 tarihini taşıyan “Mustafa Kemal’e inanmazdım” başlıklı yazısına da referans veren D. Mehmet Doğan, “Millî Mücadele sırasında Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa Hukuk-ı Milliye Cemiyeti kurucularından olmasına, çok meşhur “Kara Bir Gün” makalesini yazmasına rağmen, pek mücadeleyi destekler bir konumda olmadığı anlaşılmaktadır” hükmünü veriyor.
Nazif sözkonusu yazısında Millî Mücadele konusundaki tutumundan ötürü kendisini savunmak için, kazanılan zaferin akılla mantıkla açıklanamayacak kadar olağanüstü olduğunu, mucize niteliği taşıdığını bilinen üslubuyla ifade ediyor: “Meğer Hazret-i Muhammed’in daima ümmetinin üstünde şefkatle titreyen mübarek ruhu; Mustafa Kemal’e ‘Yürü…ve korkma! Hesap, mantık, riyaziye, fânilerin icat ettikleri kaide ve ölçülerdir. Ot bitmeyecek kadar harap olan bu yerlerden bir ordu fışkıracak, Avrupa medeniyetinin çelikten kaleleri, yakıp eriten mermileri, senin askerlerinin çıplak göğüsleri üstünde kırılacak’… diyormuş.”
D. Mehmet Doğan’ın konumuzla da doğrudan ilgili olarak yaptığı değerlendirme ise şöyle: “Süleyman Nazif’in kendi ifadesine göre, ümitsizlikle, Millî Mücadele’ye aykırı bir konumda bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu konumun, nihai zaferden ve Cumhuriyet’in ilanından sonra onu zor duruma düşürdüğünü tahmin edebiliriz. Bu konumda bir kişinin, bazı ‘ısbat’ gayretleri içinde olması beklenebilir. Bugüne kadar, cevaplandıramadığımız, Süleyman Nazif’in İskilipli Âtıf Hoca’nın yargılanması sürecinde etkisi olduğunu düşündüğümüz ‘İmana Tasallut-Şapka meselesi’ (1925) kitabı böylece yerine oturmaktadır.” (D. Mehmet Doğan, “İslam Şairi İstiklal Şairi Mehmed Akif”, Yazar Yayınları, 2011, sh. 101 vd.)
***
Gelelim Atıf Efendi ile Süleyman Nazif arasındaki polemik konusuna… Atıf Hoca 1924 yılında yayımladığı “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı risâlesinde büyük fıkıh âlimlerinin çoğunun “kâfirlere mahsus ve onların kıyafet alâmeti olan şapkayı bir zaruret olmadan ve kendi arzusu ile giyinmek küfürdür” düşüncesinde olduklarını, fakat bazı fıkıhçıların “kâfir milletlere ait olan şapkayı kendi arzusu ile giyen bir Müslüman onlara benzemiş ve onları taklit etmiş olduğu için günahkâr olursa da kâfir olmaz” fikrini savunduklarını söylemektedir. Atıf Hoca’nın kendi görüşü şapka kullanmanın “alâim-i küfr ve emâre-i inkâr” (dinden çıkma belirtisi) sınıfındaki günahlardan olduğu yönündedir. En azından yazdıkları bu şekilde anlaşılmaya müsaittir, diyelim... Süleyman Nazif’i öfkelendiren budur. Hoca’nın ismini zikretmeden eleştirir yazdıklarını: “Yeni intişâr eden bir risâleye göre, muharriri dersiam efendi ile kendi kıyafetindeki hoca efendilerden başka, her mümin, hepimiz -hâşâ sümme hâşâ- kâfirmişiz. Heyet-i mecmûasının zihinlerde bırakmak istediği fikir ve kanaat şudur: Biz dinimize kalbimizin tasdikiyle lisânımızın ikrârı kadar, feslerimizin sarığı ve püsküliyle de merbutuz. El-iyazü billah...”
Atıf Hoca’nın bu eleştiriye cevap vermesi üzerine ikinci bir yazı daha kaleme alarak ve bu defa muhatabının adını da zikrederek polemiği sürdürür. Bilahare bu iki yazıyı ve Hoca’nın cevabını “Şapka Meselesi” altbaşlığını taşıyan “İmâna Tasallut” isimli bir kitapçıkta bir araya getirir. Her nedense, kaynakların birçoğunda Atıf Hoca’nın kaleme aldığı cevabi yazıya Süleyman Nazif’in bu kitabında yer vermediği suçlaması var. Oysa Atıf Hoca’nın cevabi yazısı Nazif’in toplam 32 sayfa olan risalesinin 11-18 sayfaları arasında bulunuyor. (Süleyman Nazif, “İmâna Tasallut”, Maarif Kütüphanesi, İstanbul, 1341)
Buradaki asıl mesele kitabın Atıf Hoca tutuklandıktan sonra yayımlanmış olması. Nazif bu şekilde “Frenk Mukallitliği ve Şapka” müellifini hedef yapmak veya idam kararına kamuoyunda meşruiyet kazandırmış olmakla suçlanıyor. Ancak, Kara Bir Gün yazarının -bilinen fevri ve gelgitli kişiliğine rağmen- bu niyetle hareket ettiğini, özellikle de yeni rejime hoş görünmek için bu tutumu takındığını düşünmek yine de zor görünüyor. Bütün ömrü kalem kavgalarıyla geçmiş olan Nazif’in iktidarlarla arasının iyi olduğu bir devir de neredeyse hiç olmamıştır. Dolayısıyla meseleye hüznizanla bakıp idamla yargılanmakta olan bir kişiyle daha evvel yapmış olduğu kalem kavgasını böyle bir zamanda kitapçık olarak neşretmesini “düşüncesizlik” olarak görmek daha makul görünüyor. Diğer sabıkalarını ve en yakın dostlarından İbnülemin’in kendisi hakkında “hassa-i temyizden mahrum” dediğini unutmayalım…
İskilipli Atıf’a yöneltilen suçlamaları ve Hoca’nın Millî Mücadele karşısındaki tutumunu ise önümüzdeki hafta değerlendirmeye çalışalım…