Mikail Bayram tarihçiliğinin imkanları ve problemleri

İbrahim Kiras

Türk tarihçiliğinde sıra dışı görüşleri, tartışılan tezleri, özgün tespitleri, renkli kişiliğiyle verimli bir kulvar açmış olan Prof. Mikail Bayram’ı kaybettik… Bu vesileyle ve rahmet niyazıyla “Mikail Bayram tarihçiliğinin imkanları ve problemleri” üzerine beş yıl önce yaptığım bir değerlendirmeyi yeniden dikkatinize sunmak isterim:

Baştan belirtmem gerekir ki Hoca’nın bilimsel donanımını ve bu saha üzerindeki yetkisini tartışmak benim haddime değil. Bu konuda dile getirilen eleştirilerin bir kısmının ne yazık ki saygı sınırlarının uzağına düştüğünü gördüğüm için söylüyorum bunu. Bilgiye, uzmanlığa ve bilimsel bilginin gerektirdiği arayışa saygı olmazsa okumanın, düşünmenin, araştırmanın zemini bulunamaz. Keza mevcut bilgimizi ve kabullerimizi sorgulamamıza -veya geliştirmemize- yol açmayan bir çalışmanın değeri de olmaz.

Ne var ki Prof. Mikail Bayram’ın çalışmalarının da eleştirel bir gözle okunması, bilimsel araştırmaları neticesinde ulaştığı sonuçlara “nas” muamelesi yapılmaması lazım. Aksi takdirde bu eserlerden gerçek manada faydalanmamız mümkün olmaz.

***

Tarihçimizin Arapça ve Farsça literatüre hâkimiyeti yanında ilahiyat ve filoloji disiplinlerine vukufiyeti Selçuklu dönemi Anadolu tarihi sahasında çalışan bir bilim adamı için paha biçilemez vasıflar. Nitekim Prof. Bayram bilinen tarih kaynaklarının dışında başta Mevlana’nın eserleri olmak üzere dönemin edebi metinlerini toplumsal ve siyasi tarihle ilgili birer bilgi kaynağı olarak kullanması itibarıyla -hep söylenegelen “tarih araştırmalarında filolojiden de yararlanmak lazım azizim” laflarını hayata geçirerek- akademik dünyada ayrıcalıklı bir rol üstlenmiştir.

Bu çerçevede ulaştığı sonuçların tartışılması ise ayrı bir bahis elbette. Tartışılan görüşlerini, özellikle buradaki konumuz çerçevesinde özetleyecek olursak… Prof. Mikail Bayram’a göre Anadolu Ahiliğinin kurucusu Ahi Evren ile latifeleriyle tanıdığımız Nasrettin Hoca aynı kişidir. (Ahi Evren’in asıl adı Mahmud Nasıruddin.) Bu zat Mevlâna Celalettin Rumi ile giriştiği “siyasi” mücadele sonucunda Mevlâna’nın taraftarlarınca tasfiye edilmiş ve Konya’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Mikail Bayram ayrıca Mevlana’nın işgalci Moğol yönetimiyle işbirliği yaptığını, Ahi Evren’le çekişmesinin ise Ahilerin Moğol zulmüne karşı başkaldıran Türkmen ahalinin temsilcileri olarak o günkü mücadelenin ön saflarında yer almalarından kaynaklandığını ileri sürmektedir.

Bu mücadele sırasında Mevlana’nın oğullarından Alâeddin’in de babasına karşı Ahîlerin safında yer aldığını, hatta Moğol yanlısı iktidara karşı Kırşehir’de başlatılan isyana iştirak ettiği için Ahi Evren’le birlikte öldürüldüğünü iddia eden Prof. Bayram’ın bu ilginç anlatısı -ileri sürdüğü kanıtlar dönemin genel atmosferi çerçevesinde değerlendirilirse- akla uzak görünmüyor. Nitekim büyük tarihçimiz Halil İnalcık “Bu konuda Prof. Bayram’ın tespitlerini kabule uygun veya inandırıcı bulmaktayız” demektedir.

Ancak başta Prof. Ahmet Yaşar Ocak olmak üzere dönemin diğer uzmanlarının bu tezleri çoğunlukla dayanaksız bulduklarını da kaydetmek gerekiyor. Bunun sebebi tarihçimizin bazı tespitlerine somut kanıtlara dayanmaksızın akıl yürütme yoluyla ulaşmış olması.

(…) Bana sorarsanız, Mikail Bayram’ın özellikle belirli konulara yaklaşımında duygusallık rol oynuyor. Bu duygusallık kimi zaman tutarsızlıklar ve inandırıcılık problemleri doğurabiliyor. Sözgelimi son derece olumsuz bir portre olarak çizdiği Şems-i Tebrizî’den dolayı Kalenderîleri Moğol işbirlikçisi olarak suçladığını düşünmenize yol açacak şekilde sübjektif bir dil kullanıyor. Diğer yandan Mevlana’nın ve Mevleviliğin karşısına Türkmen Sufîliğinin temsilcisi olarak yerleştirdiği Baba İlyas, Hacı Bektaş gibi figürlerin Sünni olduğunu ispatlama gayreti ise tezini zayıflatabilecek bir unsur görünümünde.

Aslına bakarsanız Kalenderîlerin Moğollarla işbirliği yapmış olması mantığa uygun. Çünkü nihayetinde Babailer İsyanından itibaren “kan davalı” oldukları Selçuklu Devletine karşı “düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerek Moğolları desteklemiş olabilirler. Ancak Kalenderî babaları oldukları bilinen Baba İlyas’ın veya Hacı Bektaş’ın Sünni olarak tanımlanması, hatta Hacı Bektaş’ın “Eş’ari ve Şafi” olduğunun iddia edilmesi tezin bütününe yönelik bir inandırıcılık problemi oluşturuyor.

Yine Bayram’a göre Evhadüddin Kirmani ile öğrencisi Ahi Evren tasavvufi terbiye metodu olarak seyri sülukta enfüsi yolu tercih etmiş oldukları için göçebe Türkmenlerle kolayca anlaşmışlar, buna mukabil seyri sülukta afaki yolu benimseyen Mevlâna daha ziyade şehirli ve eğitimli bir zümreyi etkileyebilmiştir. Oysa akıl yürüterek bir sonuca ulaşmak sözkonusu ise, “Eş’ari kelamcısı” Fahreddin Razi’nin talebesi olduğunu belirttiği Evhadüddin Kirmanî ile Ahi Evren’in din anlayışının şehirli ve eğitimli kesime, Mevlana’nın temsil ettiği çizginin de heterodoks göçebelere daha yakın gelmesi gerekmez mi? Eş’ari kelamını ve Şafii fıkhını benimsemiş “Ortodoks çizgideki” alimlerin o devirde eski inançlarıyla yeni dinleri arasında gidip gelen göçebe Türkmenlere cezbe, dans, müzik gibi unsurları kullanan “heterodoks” dervişlerden daha yakın görünmesi mantıklı mı?

Mevlâna ile Ahi Evren arasındaki siyasi anlaşmazlığın dinî zemininin de bulunması muhtemeldir ama konunun toplumsal boyutunu seyri süluk metoduna dayandırmak yeterli görünmüyor.

***

Tarihçimizin diğer tartışmalı görüşlerinden biri de Âşıkpaşazâde’nin zikrettiği “Baciyan-ı Rum” taifesini izah ederken dile getirdiği iddia. Bayram’ın daha çok akıl yürütmeye dayalı olarak ileri sürdüğü teze göre bu grup Ahilerin kadınlarından oluşmaktaydı ve başlarında Ahi Evren’in eşi Fatma Hanım vardı. Daha da ilginci, Anadolu Ahiliğinin kurucusu Ahi Evren ile latifeleriyle tanıdığımız Nasrettin Hoca aynı kişidir. (Ahi Evren’in asıl adı Mahmud Nasıruddin.)

Prof. Bayram’ın Ahi Evren ile Mevlâna arasındaki mücadele çerçevesinde kurguladığı anlatıya yukarıda değindik. Kendi adıma pekâlâ akla uygun gördüğüm bu anlatı şimdiki haliyle daha ileri araştırmalara bir eşik oluşturma imkânı sunması bakımından önemli. Bu bakımdan Mikail Bayram’ın kurguladığı yeni ve özgün tarih anlatısını elimizdeki bilgilere veya kabul gören anlayışa uymuyor diye tamamıyla yok saymak hata olur.

Gerek Nasrettin Hoca gerekse Baciyanı Rum konusundaki iddialara bilimsel bir nitelik atfedilebilmesi için bu hususlarda daha fazla araştırmaya ve somut kanıtların ortaya çıkarılmasına ihtiyaç olduğu söylenmeli.

Diğer yandan, bazı tartışılan örneklere rağmen, Prof. Bayram’ın bütün tespit ve tezlerinin yalnızca akıl yürütmeye veya tahmine dayalı olduğunu söylemek büyük bir haksızlık olur. Sözgelimi 13. yüzyıldaki Konya’da “Mevlâna Partisi” ile “Ahi Evren Partisi” arasındaki siyasi mücadeleyi tarihî belgeler ve filolojik delillerle göz önüne seren Hoca, bu çerçevede Ahi Evren’in ölüm tarihini araştırırken bütün akademisyenlere örnek olacak bir çaba sergiler.

Öncelikle tarih ve filoloji kaynaklarından derlediği bilgilere göre Ahi Evren’in ölüm tarihine ilişkin bir öngörü geliştiren Hoca, kaynaklarda konuyla ilgili olduğunu düşündüğü ifadelerde “ay tutulması” sözünün birden fazla geçtiğini fark ederek kendi tezini test etmek üzere üniversitenin “uzay araştırmaları” bölümüne başvurur ve ilgili tarihte bir ay tutulması gerçekleştiği bilgisine ulaşır.

Bilimsel araştırma işte böyle yapılır dercesine…

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (66)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.