Kabul etmek lazım ki Türkiye’deki geniş halk kitlelerinin gözünde CHP yalnızca bugünkü ana muhalefet partisinin adı değil, aynı zamanda yakın tarihimizdeki büyük toplumsal ve siyasi kutuplaşmanın tarafı olan bir zihniyetin varisi. İki asırlık modernleşme hamlelerinin devamı niteliğindeki Kemalist inkılapların nispeten daha sert, daha Jakoben tarzda uygulanmasının ve katı laiklik yorumunun doğurduğu rahatsızlıklar dindar/muhafazakâr kesimin hafızasında son derece olumsuz bir yer etmiştir.
Türkiye’nin şartları itibarıyla Jakobenizmin kaçınılmaz olup olmadığı veya birtakım tarihi gerçeklerle toplumdaki algıların örtüşüp örtüşmediği meselesinden bağımsız olarak bakıldığında, görülen budur. CHP’nin artık taşımakta zorluk çektiği mazi bagajında bu kötü hatıralar var. Doğal olarak, bu kötü hatıralar sağ siyasetin de en önemli malzemesi olagelmiştir.
Dolayısıyla eski bakan Fikri Sağlar’ın başörtülü kadınlarla ilgili -bence önyargılı olan ama asla yargı konusu olmaması gereken- sözlerinin, konuşan kişinin siyasi ağırlığıyla orantısız büyüklükte bir galeyana yol açması şaşırtıcı sayılmamalı. Ne var ki “Eski CHP”nin temsilcisi sayabileceğimiz Sağlar’ın sözlerinin “Yeni CHP”nin hesabına yazılması elbette hakşinaslık değil. Çünkü ana muhalefet partisi uzunca bir süredir toplumun geniş kesimleriyle ilişkisindeki sorunları onarmaya -tabiri caizse “Türkiye’nin partisi” olmaya- yönelik yoğun ve sürekli bir çaba içinde.
***
Peki, bu partide “Eski CHP”- “Yeni CHP” ayrımından bahsetmeye yetecek düzeyde bir değişim gözlenebiliyor mu?
Kılıçdaroğlu yönetiminin asker ve sivil bürokrasinin desteğini değil halkın taleplerini esas almayı savunduğunu, dinle veya dindarlarla mesafesini azaltmaya uğraştığını biliyoruz. Bu anlayışla girilen İstanbul ve Ankara seçimlerinde alınan sonucun CHP’deki yeni siyasetin kalıcı hale gelmesine ve parti içindeki itirazları etkisizleştirmeye yol açmış olduğu da ortada. Ne var ki CHP’deki bu değişimden memnun olmayan kesimin özellikle bugünkü kutuplaşma ortamında itirazlarını tamamen geri çekmeleri beklenmemeli. İkincisi, bu konuların “parti içi mücadelede” kullanılmaya müsait oluşu da değişimi yavaşlatan bir faktör. En önemlisi parti tabanının ciddi bir bölümünde zihinlere yerleşik durumdaki bazı zihniyet kalıplarının belki hiçbir zaman bütünüyle değişmeyecek olduğunu unutmamak lazım.
CHP tabanının ezici çoğunluğunun başörtüsüyle bir derdi olduğu söylenemez elbette. Bu partiye oy veren insanların uzaydan geldiğini zannetmiyorsak. Ancak, CHP’nin içinde veya doğal hinterlandında yer alan zümreler arasında -Ecevit’in kavramlaştırmasıyla- “dine saygılı laiklik” anlayışını Atatürk’ün yolundan dönmek diye görenler de var. Mamafih ana muhalefet partisinde etkili olan ve tabandan da destek gören yaklaşım bu değil.
***
Fikri Sağlar’ın sözlerine çok sert tepki gösteren Erdoğan “Tabii, Bay Kemal bir şey söyleyemiyor” da dedi. Oysa CHP lideri bu konuda çok sert bir açıklama yapmıştı. Fikri Sağlar’ın başörtüsü hakkındaki açıklamalarını hatırlatan bir gazetecinin, “Böyle bir durumda siz aynı düşünceyi paylaşır mısınız? Nasıl yorumlarsınız?” sorusuna şu cevabı vermişti: “Nasıl paylaşırım arkadaşlar? Çağın neresindeyiz biz ya? Kişi başörtüsü takar takmaz o onun tercihidir. Benim görevim onun tercihine saygı duymaktır.”
Belki bu sözler gazetelerin çoğunda yer almadığı için Cumhurbaşkanı da görmemiş olabilir. Ama Kılıçdaroğlu aynı konuşmasında Sağlar’ın açıklamaları için “Böyle bir ayrımcılığı asla kabul etmiyorum. Kaldı ki bizim parti meclisinde de görev yapan başörtülü arkadaşlarımız var” demişti. Erdoğan zaten buna cevap olarak “vitrin mankeni” suçlamasında bulundu.
Ne var ki “Yeni CHP”ye yöneltilen bu suçlama “Mesele başörtüsü değil miydi” sorusunu doğurdu zihinlerde. Öteden beri başörtüsünün özgürlüğünü savunanlar için geçmişte bu mücadelenin karşı tarafında yer alan CHP’de bugün artık başörtülü hanımların siyaset yapıyor olması sevindirici bir gelişme değil midir? Bu partinin belirli bir süreç sonunda özgürlükçü bir yaklaşıma yönelmiş olması ayıplanmalı mı yoksa desteklenip teşvik mi edilmeli?