Toplum hayatında bileşik kaplar prensibi geçerlidir diyoruz her fırsatta. Bir kesimin taşıdığı olumlu veya olumsuz özelliklerden ve eğilimlerden diğer kesimlerin kusur kalması sözkonusu değil çünkü. Çünkü zihniyet dediğimiz olgu her bölümü birbiriyle irtibatlı bir yapı olan toplumun tüm yüzeylerine sıvı gibi yayılır.
Tıpkı bunun gibi, belli bir zihniyet ikliminin eseri olan kötü yönetimin de yalnızca belirli bir alanda söz konusu olduğunu veya yalnızca belirli bir alanı etkilediğini düşünmek yanlış olur. Çoğumuz ekonomideki yanlışları görüyor, birkaç yıl içinde bütün varlığımızın yarısını kaybettiğimizi fark ediyor, yoksullaşmayı hissediyor. Oysa ekonomi yönetimindeki yanlışlar bir bütün halindeki yönetim anlayışından bağımsız değil.
Buradaki mesele bizim neyi görüp neyi görmediğimizde. Ülkedeki hukuk yoksulluğunu hissetmiyor olmamız, adalet yoksulluğunu görmüyor oluşumuz, eğitim ve kalite yoksulluğunun farkına varamayışımız, liyakat yoksulluğunu önemsemiyor olmamız yoksulluğun yalnızca ekonomik bir hadise olduğunu göstermez. Dahası, söz gelimi hukuktaki yoksulluğun ekonomik anlamdaki yoksullaşmaya yol açtığını, eğitim ve kalite yoksulluğunun yönetim zaafı oluşturduğunu en azından teorik olarak bilmek durumundayız.
Yaşanan mesele salt siyasi iktidarın yönetme zaafları veya yanlış tercihlerinden ibaret değil. Bu yanlışları hiç de rasyonel olmayan birtakım gerekçelerle hoş görme eğilimi içinde bulunan geniş kitlelerin mevcudiyeti daha büyük bir mesele. Hukuk yoksulluğunun ne anlama geldiğini bilmemek, görmek istememek daha vahim bir mesele.
***
Faizin haksız kazanç olduğunu, hırsızlık olduğunu düşünenlerin milletin cebindeki parayı değersizleştiren enflasyonun en büyük hırsızlık olduğunu kabul etmemeleri asıl mesele. Keza enflasyonu patlatan politikaların ülkeye verdiği zararın önemsenmeyişi besliyor ekonomideki kötü gidişatı.
Stokçuluk yapan bakkal bütün sıkıntıların müsebbibi olarak suçlanırken, milli paramızın değerini gün gün eriterek zamlara ve stokçuluğa yol açan ekonomi yönetimine toz kondurmak istenmeyişi ayakta tutuyor bugünkü çarpık yapıyı.
İktidar mensupları ve taraftarları ülkede yaşanan ekonomik sorunların arkasında bugünkü muhalefeti iş başına getirmeye yönelik bir “komplo” olduğunu savunuyorlar.
Bilahare kendi savlarıyla çelişmesi pahasına, “Ekonomide yeni bir şey deniyoruz” diyerek bu alanın uzmanlarının tamamının itiraz ettiği uygulamaların ülkeyi düze çıkaracağı propagandasına girişiyorlar
Yaşanan sıkıntılara ilişkin olarak çözüm aramayı -yani üzüm yemeyi- değil, bağcı dövmeyi -yani yine siyasi çıkarı- önceleyen bir bakış açısı kendini gösteriyor bu kesimde.
***
Bir “hukukçu” ekonomide yaşanan sorunların çözümü için, bilim dışı politikalardan vazgeçilmesini istemek yerine, bu konuda farklı görüşlerin seslendirilmesini engelleyecek OHAL rejimine geçmeyi önerebiliyorsa meselenin ne olduğu yeterince açık demektir.
AK Parti genel başkanvekilinin açıklama yapmasına kadar geçen onca süre boyunca bu konudaki spekülasyonlara iktidar taraftarlarının hiç itiraz etmemiş olmaları da dikkat çekicidir. Ellerindeki TV kanalları, gazeteler ve internet medyasının yanında bilhassa sosyal medyayı bu kadar aktif kullanan bu kesimin OHAL tartışmalarına ilişkin olarak görüş bildirmekten geri durmaları ortaya atılan iddiadan daha vahim bir durumu, bir siyasi ahlak anlayışının karakterini işaret ediyor.
Kaldı ki OHAL iddiasının kamuoyunda ciddiye alınıp tartışmaya yol açması pek dayanaksız bir tepki de sayılmaz. İstanbul seçiminde yapılan mızıkçılığın hafızalardan çıkmamış olması bir yana, ekonomideki sorunların MGK gündemine alınmış olması ve dış saldırılarla açıklanmaya çalışılması bu türden hamlelerin yolunu açmaya dönük başka girişimlerden endişe edilmesinde temel etken. Şimdi yeni Maliye Bakanının “Dış saldırı yok” açıklaması ve iktidar cephesinden gelen OHAL yalanlamaları bir nebze geri adım sayılabilir ama asıl meselenin mevcut yönetime dair öngörülemezliğin toplumda yol açtığı derin güvensizlik duygusu olduğu akıldan çıkarılmamalı.
Konunun her şeyden önce zihniyetle ilgili olduğu ve ekonomik yoksulluğu ortadan kaldırmanın yolunun hukuk, eğitim, kalite, liyakat yoksulluklarıyla mücadeleden geçtiği de hiç unutulmamalı.