Konsolidasyon terimi finans başta olmak üzere muhtelif alanlarda esas olarak “birleştirme, bütünleştirme, pekiştirme” gibi anlamlarda kullanılıyor. Siyaset literatüründe ise bu kavram bir partinin taraftar kitlesinin -herhangi bir duruma tepki olarak- kenetlenmesi, yani “safları sıklaştırması” anlamına geliyor.
Siyaset bilimcilerin “Bayrak altında toplanma” etkisi adı verdikleri bir toplumsal refleks modeli var bir de. Savaş, doğal afetler gibi kriz durumlarında toplumun ülke yönetiminin yanında kenetlenmesi. Bir de konsolidasyon siyaseti diye bir şey var. O da işte bu “Bayrak altında toplanma” etkisini olağan süreçlerde de devam ettirme çabası demek oluyor.
Bunun için bir “tehdit” algısına ihtiyaç var öncelikle. Algılanan tehdidin mesela ülkeyi yönetenlerin sorumlu olduğu konuları ve yaşanan sıkıntıları size unutturacak derecede ciddi olması lazım. Söz gelimi birilerinin iş başına gelmesi durumunda her şeyinizi kaybetmenizin söz konusu olması lazım. Dolayısıyla iktidar değişimine ilgisiz kalamamanız lazım. Bunun için de partiler arasındaki siyasi rekabetin farklı toplum kesimleri arasındaki düşmanlık gibi algılanması lazım. Bu yolda da doğal olarak toplum içindeki kültürel veya ideolojik kamplaşmaların alabildiğine büyütülmesi, ihtilafların canlı tutulması, ateşin sönmeye yüz tuttuğu dönemlerde üzerine benzin dökerek alevlendirilmesi lazım.
Bütün bunlar kaç seçimdir dozu sürekli artarak karşımıza çıkıyor. Su faturalarını PKK’lıların dağıtmasını istemiyorsanız belediye seçiminde “onlara” oy vermeyin çağrısından, “onlar” iktidara gelirse erkekler erkeklerle evlenmek zorunda kalacak tuhaflığına kadar… Komik ama işe yarıyor. Çünkü olayın tamamı bu kadar karikatürize değil. İnsanların sahici korkularına dokunan bir propaganda yapabilirseniz başarıyorsunuz.
Seçmenin yarısından fazlasının oyunu alabilen büyük bir kitle partisinin “kimlik siyaseti” yapmasındaki sır burada. Mamafih bugünkü iktidar partisinin hizmet siyasetinden kimlik siyasetine yönelişi, aynı zamanda kadro hareketinden lider partisine dönüşümüyle de paralel işleyen bir süreçte gerçekleşti. İlk başta eşitler arasında birinci olan genel başkan, Gezi Parkı olaylarının ardından (2013’te) “reis” mertebesine yükseldi.
Liderin gücü ve otoritesi arttıkça kadrolar zayıflayacak, yönetme zafiyeti baş gösterecekti. Ama bu sonraki mesele. İşin başlangıcına dönüp bakarsak, hizmet siyasetinden kimlik siyasetine yönelişte kırılma noktası “konsolidasyon” diye bir şeyin varlığının farkına varılmasıydı.
İlk olarak ne zaman keşfettiler bu sihirli oyuncağı? Galiba 2007 seçiminin sonucunu gördüklerinde. O seçimde kendiliğinden bir konsolidasyon oluşmuştu. Yapay değildi, kurgulanmış değildi. Hatırlayalım… Seçimden birkaç ay öncesine kadar AK Parti’nin oyları -beş yıl sonunda oluşan doğal iktidar yıpranması dolayısıyla- düşme eğiliminde görünüyordu.
Ancak milletvekili seçiminden önce mecliste cumhurbaşkanı seçilecekti. Ne olduysa o zaman oldu. AK Parti’nin oyları tek başına cumhurbaşkanını seçmeye yetiyordu ve kulislerde bu makama en uygun adaylar olarak Erdoğan ile Gül’ün adı konuşuluyordu.
İşte bu ortamda “Eşi başörtülü birinin cumhurbaşkanı olmasına” itiraz eden bir zümre siyasi ve toplumsal muhalefetin ana temsilcisi gibi sahneye çıkmıştı. Büyük şehirlerde büyük kalabalıkların katılımıyla gerçekleşen cumhuriyet mitinglerinde “ordu göreve” pankartları açılıyordu. Derken, Genelkurmay’ın resmî internet sitesinde, ordunun “Sözde değil özde Atatürkçü ve laik cumhurbaşkanı” istediğini dile getiren bir “e-muhtıra” yayımlandı. Bilahare 367 krizi yaşandı.
İşte böyle bir atmosferde 2007 milletvekili genel seçimine gidildi. AK Parti daha birkaç ay öncesine kadar hiç kimsenin tahmin edemeyeceği oranda yüksek bir oyla seçim zaferi kazandı. Milliyetçi muhafazakâr sağ taban -kendi varlığına yönelik olarak algıladığı- tehditler karşısında konsolide olmuştu…
Bu noktada şunu da hatırlatmakta fayda var: 2007 seçimindeki konsolidasyon kendiliğinden gerçekleşti; daha doğrusu “karşı taraf”ın taarruzu bu tarafta doğal bir müdafaa hattı oluşturdu. Ancak burada iktidar partisinin uğradığı taarruz karşısında takındığı tutum da kendi kitlesine bir yön verdi.
Yakın zaman önce yaşanmış 28 Şubat deneyiminden ders almış olan siyaset kadrosu bilhassa asker karşısında alttan alma tavrı göstermedi bu defa. (Erbakan’ın 28 Şubat’taki uzlaşma yanlısı tutumu tabanında zayıflık olarak algılanmış, 1999 seçiminde MHP “Başörtüsü sorununu ürkekler değil, erkekler çözer” vaadiyle bu tabanı cezbetmişti.)
Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek e-muhtıra gecesinin sabahında kameraların karşısına geçti, o güne kadar böyle durumlarda görülmedik sertlikte bir açıklama yaptı. “Başbakan’a bağlı bir kurumun herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması, demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez” diye konuştu. Sandıktaki “irade”si 1960’tan bu yana sayısız askeri müdahalelerle yok sayılan geniş sağ taban bu tavırdan çok memnun oldu. Memnuniyetini de sandıkta gösterdi.
Bu kriz, AK Parti açısından, iyi yönetilmiş bir süreçti. Bundan sonraki benzer süreçlerde iyi yönetim örneklerine pek şahit olmayacaktık artık. Belki “ortak akıl” giderek devreden çıktığı için. Belki de bundan sonra her fırsatta konsolidasyon arayışı öncelik kazandığı için.
İktidar partisinin başarıyla uyguladığı konsolidasyon siyasetinin hangi aşamalardan bugüne geldiğini ve gelecekte nereye ulaşabileceğini tartışmaya devam edelim…