16 Nisan referandumunda kabul edilen anayasa değişikliğinin ana teması birleşik ve merkezi bir siyasi otorite modeline geçişti. Bu doğrultuda atılması gereken adımlar halkın onayı alındıktan sonra şimdi birer birer atılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gün gerçekleştirilen AK Parti kongresinde “doğal lideri” olduğu partisine yeniden genel başkan olarak dönmesi bu adımların en önemlilerinden biri. Çünkü 16 Nisan’da onaylanan yeni siyasi düzen Cumhurbaşkanı’na “siyasi lider” niteliği veriyor. Bunun için partisiyle birlikte ve partisinin başında olması gerekli.
Aslında bu meselenin bir arka planı var, biliyorsunuz. Erdoğan halkın doğrudan oyuyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı. Yani arkasında yüzde ellinin üzerinde bir halk desteği var ki iktidar partisinin aldığı oydan daha fazla oy almış olan bir “siyasetçi”nin 1982 anayasasının verdiği çok geniş yetkilere sahip olduğu halde “sembolik cumhurbaşkanı” olarak görev yapmasını beklemek gerçekçi olmazdı.
Bu işin “teknik” boyutu… Diğer yandan, Erdoğan’ın hırslı ve dinamik kişiliği, karizmatik ve güçlü liderliğiyle kendi geniş tabanını mobilize edebilme kabiliyeti düşünüldüğünde cumhurbaşkanlığı makamında eski modelin sürdürülemeyeceği belliydi. Nitekim Erdoğan bu göreve geldikten sonra seleflerinden çok farklı bir cumhurbaşkanı modeli çizdi. Diğer cumhurbaşkanlarının kullanmadığı veya kullanamadığı anayasal yetkilerini kullanarak yürütme gücünü kendisine bağlı hale getirdi. Resmi olarak olmasa da “kurucu genel başkan ve doğal lider” olarak kabul edildiği AK Parti’yle bağı zaten hiç kesilmedi. Bu bakımdan, kendisinin de Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin meşruiyet örneği olmak üzere isimlerini zikrettiği Atatürk ve İnönü dönemlerinin hükümet sisteminin yeniden anayasal çerçeveye oturtulması bir anlamda zorunluluk haline gelmiş oldu. Gerçi bu amaçla hazırlanan anayasa değişikliğinin bugünkü Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap verip veremeyeceği hususunda toplumsal uzlaşma sağlanamadı ama bunun 16 Nisan’dan sonra pek fazla anlamı kalmadı.
***
Bazılarının güçlü bir yönetim için gerekli olduğunu düşündüğü, bazılarının ise kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılmasının ve aşırı merkeziyetçiliğin sakıncalarına işaret ederek karşı çıktıkları sistem değişikliği referandumda az bir farkla da olsa kabul edildi. Dolayısıyla artık bu yeni dönemin gerekleri ve kuralları çerçevesinde ülke sorunlarını değerlendirmek durumundayız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 16 Nisan günü sahip olduğu siyasi güç 17 Nisan sabahında daha da arttı. Pazar günü yapılan AK Parti kongresinde üç yıl sonra yeniden genel başkan koltuğuna oturmasından sonraki siyasi gücü de cumartesi günü sahip olduğu güçten daha fazla. Siyasi rakiplerinin gözden kaçıramayacağı bir realite bu.
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da elindeki bu gücü verimli kullanabilmesi gerekiyor. Siyasi gücünün artmış olması ülke sorunlarının çözülmesi yolunda daha fazla imkana sahip olduğu anlamına geliyor; halkın oyuna eskisi kadar ihtiyaç duymayacağı anlamına gelmiyor. Yani Erdoğan’ın ve arkadaşlarının işi artık daha kolay değil. Hatta bir bakıma daha zor. Çünkü AK Parti kongresinde yaptığı konuşmada Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi, yeni sistemde artık yüzde 49,5 oy almak bile yetmeyecek iktidar olabilmek için.
***
Her halükârda seçimde yüzde ellinin üzerinde oy almak zorunda olan bir siyasetçi ülke sorunlarının çözülmesinde, toplumun taleplerinin karşılanmasında “başarılı” olmak zorunda. Bunun için de daha fazla çalışmak, işlerin niteliğine uygun yöntemleri esas almak ve işinin ehli kişilere görev vermek durumunda. Ayrıca toplumun daha geniş bir kesimini kucaklamak zorunda olduğunu söylemeye bile gerek yok.
Dolayısıyla Erdoğan’ın kongre konuşmasında gerek AB konusunda söyledikleri gerek idam konusunu telaffuz etmemesi ve gerekse hem kendi tabanının hem de toplumun daha geniş bölümlerini kucaklamaya yönelik ifadeleri yeterince anlaşılır bir yol haritası çiziyor.
Elbette siyaset diğer aktörlerin durumlarından ve tutumlarından bağımsız şekillendirilemez. Bu bakımdan önümüzdeki süreçte hem iç gündemin gidişatı hem de başlıca küresel aktörlerin ve bölge güçlerinin pozisyonlanmaları belirleyici olacaktır yeni dönemin siyasi çizgisinin şekillenmesinde ama yeni sistemin siyasi ve toplumsal gerekleri de fazla değişmeyecektir.